|
Ürdün BAE’ye mahkum mu?

AKPM’nin “Göç, Mülteciler ve Yerinden Edilmiş Kişiler Komisyonu” toplantısı için bulunduğumuz Ürdün’den bölgedeki ve dünyadaki gelişmelere bakmanın ayrı bir önemi olacaktı. Zira Ürdün coğrafi konumu ve Körfez ülkelerine ve dış yardımlara bağımlı olması dolayısıyla tarih boyunca hayatta kalma yollarını geliştirmede kendine özgü tarz-ı siyasetini geliştirmiş bir ülke. Daha I. Körfez Savaşı’nda, Baba Bush’un Irak’a karşı düzenlediği uluslararası koalisyondan kendi durumunu tarafsızlığının mazeretine dönüştürebilmiş ve savaşın dışında, daha doğrusu Saddam’a karşı koalisyonun dışında kalmayı başarmıştı. Üstelik savaştan doğacak tazminatı almıştı.



Hiçbir bölgesel krizde fevri çıkışlara rağbet etmiyor, her zaman bir denge yolu bulup takip etmeye çalışmıştır. Bütün Arap ülkeleri gibi resmi söyleminde İsrail düşmanı olsa da fiilen İsrail’i rahatsız edecek bir siyasete başvurmuyor. Bilakis kendi doğal su ve maden kaynaklarını bile kullanıp geliştirmekten, İsrail’le olan barış anlaşması kapsamında imtina ediyor.

Kuruluşunda bariz olan İngiliz etkisi Kral Abdullah’ın annesinin de İngiliz olması dolayısıyla en yüksek düzeyde devam ediyor. Yani Kral’ın anadili İngilizce ve bu dili Arapçasından çok daha akıcı, aksansız ve hızlı konuşuyor. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Arap ülkelerinin kuruluşunda ve sonraki idarelerinin oluşumundaki İngiliz etkisi diğerlerinde belki bugün o kadar görünmese de Ürdün’de bu çok açık hissediliyor. Dış siyasetinde Ürdün’ün temkinliliği biraz da İngiliz aklı ve etkisiyle de açıklanabilir.

Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de domino etkisiyle devam eden Arap Baharı sürecinin dalgaları Ürdün’e de varmıştı. O günlerde çok ciddi sokak gösterileri ve eylemler de olmuştu. Ama Ürdün yönetiminin protestoculara karşı tavrı Suriye’dekinden de, Mısır ve Libya’dakinden de farklı olmuş, protestocuların öfkesini anlayışla karşılayan, alttan alan bir tutumla olayların büyümesini engellemişti.

Biraz da hükümet revizyonu yaparak rejime yönelen bütün öfkeyi giden hükümete yöneltmişti ki, bu şimdiye kadar muhalefeti bastırmanın Ürdün tarzı olarak temayüz etmiş bir yol. Ancak bugünlerde ekmek ve temel ürünlerdeki sübvansiyonların kalkması üzerine başlayan protestolarda hükümetler yerine ilk defa bizzat Krallığı hedef alan protestolar yaşanıyor.

Arap dünyasında geçtiğimiz yıl yaşanan en büyük bölgesel sorun olarak Körfez krizinde de Ürdün BAE, Suudi Arabistan, Mısır ve Bahreyn’in oluşturduğu Katar-karşıtı cepheye ilk başta katılmak istemedi, sonradan bu eksenin baskısıyla çekingen bir katılım gösterdi. Ancak kendisinden beklendiği gibi husumette ileri gitmedi, ilişkileri her an onarılabilecek düzeyde tuttu.

Bu dörtlü İttifakın Ürdün’ü rahat bırakmadığı ve bütün ilişkilerinde Ürdün’ü yanında görmek istediği malum. BAE’nin başını çektiği bu eksen dünyada nerede demokratik bir İslami hareket varsa onu yok etmeye azmetmiş durumda. Varlık sebebini İslam dünyasında demokrasinin gelişmesini engellemeye hasretmiş bu ittifak Ürdün’ü de boş bırakmıyor.

Ürdün bir şekilde seçimlerin olduğu, parlamentosunun çalıştığı, hükümetlerin halk oyunu dikkate alınarak kurulduğu bölgenin nadir ülkelerinden biri. Seçimler özellikle İhvan’ın hiçbir şekilde iktidara gelmemesini garanti edecek şekilde ince bir ayarla sisteme bağlanmışsa da İhvan’ın yine de parlamentoda temsil yolunu tamamen kapatmıyor.

BAE öncülüğündeki ittifakın İhvan fobisi, ne kadar ılımlı İslam maskesi takmış olsa da, bal gibi bir İslam ve demokrasi korkusudur. Çünkü bu eksenin İhvan’a karşı desteklediği hareketler selefi ve vehhabi hareketler oluyor. Esasen İhvan çizgisi şiddet hareketleriyle arasında en net mesafeyi koyan hareket. Mısır’daki hareketin lideri Muhammed Bedii’nin “bizim barışıl hareketimizi onların mermilerinden çok daha güçlüdür” sözleri İhvan hareketinin en çok tekrarlanan sloganı, aynı zamanda hareketin eylem ilkesini ortaya koyuyor. Buna rağmen İhvan’la mücadele etmek kaçınılmaz olarak demokrasiyi de katletmeyi gerektiriyor. İster İhvan’a karşı ittifak için ister İhvan’la mücadele ederken önlerini açmak suretiyle şiddet hareketlerini daha fazla desteklemeyi gerektiriyor.

Ürdün geçtiğimiz günlerde 2011 yılında Türkiye ile imzaladığı serbest ticaret anlaşmasını askıya aldı. Bu kararını BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah bin Zayed el Nahyan’ın ülkeye ziyaretine denk gelecek şekilde almış olması, bu eksene bir tabiiyet işareti olarak algılandı.

Tabi resmen açıklanan neden “yerli sanayii” koruma idi. BAE Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah, 13 Mart’ta Amman’da Kral II. Abdullah ile yaptığı görüşmede BAE’nin, Ürdün’ün ekonomik sıkıntılarını aşması konusunda yardım etmeye ve kalkınmaya dönük yatırım projelerine destek olmaya hazır olduğunu belirtti. Doğal olarak bu vaat Türkiye ile serbest ticareti askıya alma karşılığında, Ürdün’e ekonomik yardımda bulunma sözü olarak yorumlandı.

Hani meşhur bir deyim var ya: Bir yerde iki balık kavga ediyorsa mutlaka oradan bir süre önce bir İngiliz geçmiştir diye. Bugünlerde artık İngiliz’in yerine BAE’yi koyarak tekrarlayabiliyoruz. Nerede Türkiye aleyhine bir gelişme varsa oradan mutlaka BAE’nin bugünkü yöneticileri geçmiştir.

Türkiye’nin Ürdün’deki varlığı toplumun kültürel, tarihsel, coğrafi ve ekonomik derinliğine sirayet etmiş durumda. Ticaret açığının Türkiye lehine olduğu doğru ama bu açık hangi ülkeyle o ülkenin aleyhinedir?

Bu konunun bir sorun haline gelmiş olması zaten orada Türkiye karşıtı BAE imzalı bir entrikanın çevrilmekte olduğunu gösteriyor.

#Ortadoğu
#BAE
#Ürdün
6 yıl önce
Ürdün BAE’ye mahkum mu?
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…