Seyyid Kutub'u anlamaya bu soruyla başlamak, Kutub'un ortaya koyduğu metni biraz da kendisinden, bir yazar olarak kendi niyetinden ve performansından görece bağımsız olarak, eserin etkisi üzerinden ve okuyanların bu esere etkisi üzerinden okumayı gerekli kılar.
Arada yaşanan 50 yılı Kutub'un kendisi yaşamış olsaydı, örneğin kendisinden hemen sonra 1967 yılında yaşanan Arap-İsrail savaşı ve bu Savaşın sonunda İsrail'in Kudüs'ü ve Filistin topraklarının çoğunu işgal edişi, ardından Nasırcı Arap Milliyetçi Sosyalizminin çöküşünü ve bunun artçı dalgalarını yaşamış olsaydı, yazdıklarını gözden geçirir miydi?
Kendi hayatı içinde yaşadıklarının etkisiyle ciddi paradigma değişimleri yaşayarak bunu eserlerine yansıtan Kutub, belki bu etkiler altında da farklı şeyler yazardı. Ya ondan sonra Sovyetlerin Afganistan'ı işgalini, İran'da Humeyni'nin temsil ettiği bütün sembolik göstergelerle yaptığı devrimi görseydi
'e nasıl bir esinti vururdu? Bir de üstüne Sovyet bloğunun çöküşü, tek kutuplu yeni dünya düzeninin ortaya çıkışı, Irak'ın ABD tarafından işgali, Avrupa'nın ortasında, Bosna'da Sırplarca, Azerbeycan'da Ermenilerce Müslümanlara karşı uygulanan soykırım ve dünyanın buna karşı sergilediği tutumlara ne derdi? 11 Eylül ve ABD'nin yeni Ortadoğu politikaları, Kutub'un da fikirlerinden yararlandıkları söylenen uluslararası terör şebekelerinin dünyadaki tezahürlerinin İslam'ın bütün imajını ikame ettiği bir dünya. Ardından Türkiye'de yaşanan darbeler, 28 Şubat ve AK Parti iktidarı üzerine ne tür fikirler serdederdi?
'un bu kez hiç bilmediğimiz şair yönünün önplana çıktığı “Akhi ente hurrun vera es-sücûn” (Kardeşim, zindanların ardında da olsan özgürsün…) isimli şiirinin meydanları coşturduğu Arap Baharı ve Karşı Devrim süreçlerine kendisi hayatta olsa nasıl bir tepki verirdi? Ya bu sürece demokrasi satan batı ülkeleri, Arap ülkeleri ve Türkiye'nin temayüz eden tavırlarına nasıl bir İslami siyaset teorisiyle karşılık verirdi?
veya
'de ortaya koyduğu perspektif herşeyi aydınlatmaya yeter miydi, yoksa bu vesileyle ve bu güne dair yeni şeyler söyleme ihtiyacı mı hissederdi?
Kutub'tan çok iyi bildiğimiz, öğrendiğimiz, hatırlatıldığımız bir ilkenin altını çizmiştik.
Esasen bunu bile Kutub'tan öğrenmek zorunda değiliz, ama Kutub'u anlamak için mevzubahis olacaksa onun bu bilinen temel İslami ilkeye olan bağlılığının altını çizebiliriz sadece. Onun Kur'an'ı anlama ve anlatma konusunda ortaya koyduğu performans, kendisi dahil hiçbir insan kulunun eleştiriden muaf sayılmayacağını zihinlere kazıyordu.
Bu çabada elbette insanların bulduğu samimiyet, fedakarlık, tutarlılık, çok ayırt edici bir özelliği olmuştur. Kutub'u Kutup yapan da bu olmuştur.
Aslında
nin hazırlanan sayısı Kutup üzerine bir özel sayı niteliğinde olacak, orada Kutub'a dair başka konulara da daha detaylı değineceğiz. Ancak son yazımıza gelen bir çok olumlu veya olumsuz tepkiye sıcağı sıcağına bir cevap vermek gerekiyordu.
nin Oda'cı yazarı Kutub'un eserinin “etkisi “üzerine yaptığımız değerlendirmeyi Kutub hakkında salt
olarak anlamış. Yani okuduğunu anlamamış, belki de okumadan, sadece kafasının içindeki önyargıyı döktürmüş. Üstüne üstlük içinde geçen kavramlar dolayısıyla
diyerek
okurlarını bil vesile aşağılamış.
. Bu ekabir, çok bilmiş ve bilmediğini bilmeyen tutumu kendi halinde bırakmak elbetteki evladır. Çünkü bu kibirli tavra birşey anlatmak zaten imkansız. Hermenötiği bilmiyor belli ki, bilmiyor diye kimsenin de bilmediğini sanıyor. Bilmiyorum, Mevlana'dan naklen şu şekilde söylesek anlar mı?:
Bir de
gibi bir klişesi var, Hermenötik ilminin. Herşeyi ve herkesi kendi istihbaratçı dünyasından görmek ve değerlendirmek çok da şaşırtmıyor elbet Odacının.
Kur'an'ı anlamak ve yaşamak için hayatını ortaya koymuş olan Kutub'un eseriyle istihbarat dünyasının salt bir istihbarat ve operasyon nesnesine indirgenmesi gayet doğal.
Türkiye'de Kutub'un bilhassa
isimli eseriyle sosyalist harekete karşı bir bilinç oluşturmak üzere MİT tarafından ilgi görmüş olduğuna dair rivayetler var, bunlar biliniyor.
İstihbarat örgütleri kendilerine göre herşeyi bir araç olarak değerlendirebilir, Kur'an'ı da, Sünneti de, yeri gelir tasavvufu, tarikatları da, İslam'ın tamamını da…
Aslında Türkiye'nin sol-sosyalist hareketinin en büyük düşünce ve eylem adamlarından
da aynı Kutub'un
kitabını Müslümanları sol harekete eklemlemek için bayağı elverişli bir malzeme bulmuş ve bunun üzerinde çalışmıştı. Bu da kendi odasından bir perspektif.
İslam ve onun kitabı Kur'an da, bizzat kendisini araç olarak kullananlardan az mı mustarip Allah aşkına? FETÖ İslam'ı şu veya bu mihraklar adına kullandı diye İslam'ı o mihrakların eseri mi sayalım?
Neticede herkes her şeye kendi Oda'sından bakıyor, buna da insanlık bir çare bulabilmiş değil, zira zaten insanlık bu Odacılıkla malul.