|
28 Şubat için yeni bir bakış açısı

Türk devlet aklının sömürgecilik ve emperyalizm karşıtlığını siyaset olarak benimsediğini gösteren birçok örnekten bahsedebiliriz. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu, devamlılık arz eden karar ve uygulamalardan anlayabiliyoruz. Bu kararlılığı etkisizleştirmek için 2013’ten sonra içeride ve yakın coğrafyamızda Türkiye üzerine uygulanan baskının da süreklilik arz ettiğini yaşayarak görüyoruz. Bu baskının başta ABD, Avrupa ve onların güdümündeki güçler tarafından uygulandığı konusunda herhangi bir tartışmadan söz edemeyiz. ABD ve Avrupa güdümündeki güçlerin fiilen taraf olduğu Gezi Parkı Kalkışması, Türkiye’nin millî varlığına yönelik doğrudan bir saldırı olduğu için toplumsal hayatta yeni bir kimlik algısını ortaya çıkardı. Bu, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren düşünce dünyamıza yön veren ideolojilerin de yeni bir yoruma tabi tutulması anlamına gelir. Çünkü Amerika ve Avrupa eksenli saldırı çok güçlüydü ve bu saldırı siyasal kimlikler de dâhil olmak üzere birçok alanda temsil krizinin yaşandığını ortaya çıkardı.

28 Şubat Süreci’nin yol açtığı belirsizlik ortamı temsil krizini derinleştirdi. 1993’ten itibaren Türkiye’de karanlığın egemen olduğu bir dönem başlamıştı. Bu dönemde yaşanan olayları ideolojik çatışmalar bağlamında izah etmek, Türkiye’nin üzerine çöken karanlığın yoğunlaşması anlamına gelir. Bu karanlığın en önemli sebebi ABD ve Avrupalı emperyalist devletlerin coğrafyamızda yeni bir işgal ve istila dönemini başlatmasıydı. Azerbaycan, Irak, Filistin, Cezayir ve Bosna-Hersek hemen hemen aynı zamanda işgal ve katliamlara maruz kaldı. Türkiye’nin hareket edemez hâle getirilmek istendiğini anlıyoruz.

Devrin önemli şahıslarının farklı yöntemlerle öldürülmesi ve toplumsal olaylara ideolojik bir kimlik kazandırılması, 1970’lerin hortlatılması anlamına geliyordu. Özellikle gazeteci ve yazarların öldürülmesinden sonra kitlesel gösterilerde açık kimliklerin ortaya konulması ateşe körükle gidileceğini gösterdi. 2013’teki Gezi Parkı Kalkışması da 1990’ların yenilenmiş bir haliydi. Dışarının ve içerinin birlikte hareket ettiğini gösteren birçok işaret olmasına rağmen Türkiye’de ısrarlı bir şekilde ideolojik çatışmadan bahsedilmiştir. Bu tanımların körleşmeye yol açtığını, karanlığın daha da yoğunlaşmasına zemin hazırladığını görmemiz gerekirdi fakat bu mümkün olmadı. Çünkü emperyalist devletlerin içerideki uzantıları her tarafta etkili olmayı başarıyordu. Ne yazık ki karanlığın aydınlanması için 15 Temmuz 2016’yı beklemek gerekti.

28 Şubat’ı ideolojik bir bakış açısıyla yorumlamak neredeyse imkânsızdır. Darbeyi takip eden dönemde Türkiye en büyük kayıplarını ekonomik alanda verdi. Maddî varlıklarımızı kaybetmenin sonucu olarak bütün ülke yeni bir karmaşa ortamına sürüklendi. İktisadî çöküş, emperyalist müdahalenin mahiyetini anlamayı sağlayabilirdi fakat 28 Şubat’ın yerel temsilcileri FETÖ ile çok güçlü bir ağda buluşmuştu. Artık muhafazakârların kitlesel dönüşümü için gerekli adımlar atılmalıydı. Erbakan’ın millî siyaset açısından büyük bir değer olduğu anlaşılmış, emperyalizm karşıtlığının tabanda güçlü bir karşılık bulacağı ortaya çıkmıştı. FETÖ’nün muhafazakârlar üzerindeki tahribatı bu bağlamda daha iyi anlaşılır.

Bugün Türkiye’de, yakın coğrafyamızda ve dünyanın bütün mazlum coğrafyalarında Erdoğan’ın başarısı konuşuluyor. Bunun muazzam başarı olduğu konusunda bir tartışma olduğunu zannetmiyorum. Erdoğan’ı terk ederek ona cephe açan birkaç liberal muhafazakârın haris sözlerini bir kenara bıraktığımızda, 28 Şubat sürecinin tahrip ettiği siyasal zeminin büyük oranda devam ettiğini söyleyebiliriz. Fakat 28 Şubat’tan farklı olarak ideolojilerin büyük oranda aşındığını, karanlığın dağılmaya başladığını da görmemiz gerekir. 28 Şubat’ı ortaya çıkaran siyasal zemin coğrafyamızı yeniden işgal ve istilaya kalkışan ABD ve Avrupa devletleri tarafından yapay olarak inşa edilmişti. Erdoğan’ın başarısını tam da burada aramak gerekir. Emperyalistlerin kurduğu yapay ortamın dağıtılması, yerli ve millî kimliğin oluşması Erdoğan’ın başarısını anlamak açısından önemlidir. 2011’de FETÖ ile mücadelenin fiilen başlatılması Türk siyasî tarihinin en radikal kararlarından biridir. Bu tarihten sonra en yakınındaki bazı şahısların Erdoğan’ın karşısına geçmesi, anlaşılmayı bekleyen hadiselerdendir. Bunun ideolojik bir ayrışma olmadığı açıktı. Bunlar, karanlığın ne kadar koyu olduğunu anlamamızı sağlar.

Klasik emperyal merkezlerde de Erdoğan’ın başarısı konuşuluyor.

28 Şubat’ı anlamak için ideolojik bakış açısından uzaklaşmak gerekir.

#28 Şubat
3 yıl önce
28 Şubat için yeni bir bakış açısı
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…