|
Aleksi Karel’in “Dua”sı

Fatih Sultan Mehmed bir gün yolda giderken karşılaştığı bir derviş kendisine, “Padişahım, sen bizim dualarımız sayesinde İstanbul’u fethettin” der, Fatih de, “Doğru söylüyorsun, derviş baba. Fakat şunun da hakkını unutma” cevabını verdikten sonra eliyle kılıcını gösterir.

İslami kaynaklarda duanın mahiyeti, çeşitleri, nerede nasıl yapılacağı ayrıntılı olarak anlatılıyor. Sütunum onları sıralamaya müsait olmadığı için, yazıya Hazreti Fatih’in bu fıkrasıyla başladım. Zaten padişah, dervişe verdiği cevapla işin aslını dile getiriyor; dua, biri kavli, diğeri fiili olmak üzere ikiye ayrılır, diyor. Böylece dini kitaplardan öğrendiğimiz mübarek duaların yanı sıra maddi anlamda alınması gereken tedbirlerin de ne kadar önemli olduğunu vurgulamış oluyor.

Fatih’in tavsiyesine – memnuniyetle belirtelim ki – bugün tam anlamıyla uyuluyor. Yani koronavirüs salgınının bir an önce def edilmesi için hem maddi hem manevi ne yapılması gerekiyorsa hepsi yapılıyor. Başta Sağlık Bakanımız olduğu halde, diğer bütün ilgili personel ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. Bunun yanı sıra, bütün minarelerden, her akşam dualar ediliyor. Bu güzel manzara herkesi memnun ettiği halde içimizdeki bazı beyinsizler rahatsız oluyor. Bunlar, kalpleri mühürlü kimseler olmaları dolayısıyla dua ile ayetlerle alay etmekten çekinmiyorlar. Böylece hem cahilliklerini, hem de saygısızlıklarını göstermiş oluyorlar.

Bu günlerde merhume Samiha Ayverdi Hanımefendi’yle yapılan Mülakatlar Kitabı’nı ikinci bir defa okuyorum. 20 Aralık 1947 tarihli mülakatın içinde dua ile ilgili çarpıcı ifadeler olduğu için, teberrüken aşağıya alıyorum

“Rahmi Balaban : Geçen sene Roma’da bir fizyoloji konferansı oldu. Orada Baroğlu isminde bir âlim bütün dünyaya: ‘Ey insanlar, ruhunuzu ihmal ediyorsunuz, nasıl vücudunuzun beslenmesine azot, karbon vesaire lazımsa, ruhunuza da Allah lazımdır’ diye bar bar bağırmıştı.

1932’de Nice’de yine bir fizyoloji konferansı olmuş, Türkiye’den de murahhas olarak ben gönderilmiştim. Sorbonne Üniversitesi’nin otuz beş senelik fizyoloji hocası, söz sırası gelince şöyle bir hitabede bulunmuştu: ‘Ben, otuz beş seneden beri fizyoloji okutuyorum. Bu ilim o kadar ileri gitmiştir ki, artık stop demek zamanı gelmiş de geçmiştir. Zira insanlar bunun yanında ilahi taraflarına, ruhlarına o kadar az ehemmiyet veriyorlar ki, bir taraf öteki tarafa nazaran yüce kalmıştır. Eğer böyle giderse ileri giden fizik bir gün geri dönüp ruhu ateşe verecektir. Ben iki seneden beri hocalık ettiğim üniversitenin ilahiyat kısmına talebe oldum ve bu işde pek geri kaldığımı söylemekle belki benden sonrakilere bir hizmet etmiş olacağımı düşünüyorum.’

Dünyanın en büyük biyoloji âlimi Aleksi Karel isminde bir doktor vardır. Bunun ‘La Priere (Dua)’ adlı küçük bir eseri vardır. O kadar faydalı buldum ki, tercümeye mecbur oldum. Fakat kitabın yarısında ‘Üd’ûni es tecib leküm’, (Bana dua edin, size icabet edeyim) ayet-i kerimesinin Cebrilere ve Kaderilere benzemeyen Ehl-i Sünnet’çe olan bir şerhini ilave ettim. Tabii, Ehl-i Sünnet ne diyorsa, bu adam da onu söylüyor. Fakat biz neden kendi elimizdeki hazineye kıymet vermiyoruz da, bu ses hariçten gelince tavlı oluyor? Pek hazin…

Ülker Balaban: Efendim, ahlak fesadları ekseriya harplerin bir yadigârı değil midir?

Samiha Ayverdi: Harpler halk tabakaları üstünde şüphesiz ki fena meyiller, fena tesirler yaratır. Fakat şimdiki harpleri meydana getiren doğrudan doğruya moral fesadıdır. Bugün kimse toprak için çarpışmıyor, bugünün harbi bir ideoloji muharebesidir.

Rahmi Balaban: Aleksi Karel diyor ki: ‘Ben yüzlerce hastayı dua ile iyi ettim. Hastama sorarım: Duaya inanır mısın, derim. Mesela; hayır, der. O zaman karşıma alıp yarım saat duanın ne demek olduğunu anlatır ve sonunda: Ya Rab, sen bu kulunu hidayete eriştir, diye de dua ederim. Şaşıyorum, tababet neden duadan istifade etmemektedir?

Bizde geçen bir anket açılmış. Yirmi beş doktora Allah’a inanıp inanmamanın lazım olup olmadığı sorulmuş. Yalnız Mazhar Osman gayet pervasız bir lisan ile ‘Buna şiddetle ihtiyaç vardır. Benim hastalarımın kısm-ı azamı imansızlıktan bu hale gelmişlerdir’ demiştir. Hatta Mazhar Osman, iyi edemediği bir çok hastasını Erdek’de bir Hoca’ya yollar. İzmir’de doktor Muhiddin Âdem de böyle yapardı.

Ülker Balaban: Mikroba duanın nasıl bir tesiri olabilir baba?

Rahmi Balaban: Mikrop da bir kudret değil mi? Önüne geleni hatır gönül tanımadan ‘tahrip et’ emrini almış bir kudret… Fakat buna elbette kuvvetini veren bir başka kuvvet var, kökünü oradan alır. O, dur deyince nasıl ilerleyebilir?

Samiha Ayverdi: Bu maddiyatın maneviyata galip oluşu kanunudur. Fakat Allah’a yakın olanlar her mazhara kendi hakkını verirler, müdahale etmezler. Onun için Ehlullah kerametten son derece sakınır ve ayıp sayar. Efendimiz’in kerametleri değil, güzel ahlakı söylenegelir. Evet, biz kendimizi temizlemeye bakarız, harikalar göstermeye değil. Bir gün Peygamberimiz’e birisi gelmiş. ‘Ya Resulallah! Din nedir’ diye sormuş ‘Güzel ahlaktır’ buyurmuşlar. Bir daha sormuş, aynı cevabı vermişler. Bir daha sormuş, tekrar aynı cevap. Dördüncü sualde ‘Görüyorsun ya, gazabını yenmektir’ buyurmuşlar.”

Âsâr-ı gazap görüp semada

Titrer durur ellerim duâda

Abdülhak Hâmid

#Fatih Sultan Mehmed
#Abdülhak Hâmid
#Samiha Ayverdi
4 yıl önce
Aleksi Karel’in “Dua”sı
Kissinger fena çarpıttı!
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?