|
Ayasofya’da cuma heyecanı

İki gün önce mahşeri bir kalabalıkla kılınan cuma namazıyla Ayasofya adeta bayram etti ve hayatının en mutlu günlerinden birini yaşadı. Yüce Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, 86 yıllık bir fetret devrinden sonra, Fatih Sultan Mehmed Han’ın bize en büyük hediyesi olan bu tarihi mabedde namaz kılmayı nasip etti. Artık ölsem de gözüm açık gitmez.

Efendim, İstanbul’un fethiyle ilgili kaynaklar Ayasofya ile alakalı olup da bazen sevinç, bazen hüzün ifade eden bir hayli menkıbeye yer veriyor. Bu yazımda daha çok sevinç ve heyecan uyandıran birkaç menkıbeden söz etmek istiyorum. İsterseniz önce ilk yapıldığı tarihte, banisi Jüstinyen’i adeta coşturan anekdotla başlayalım:

İmparatorlar daha önce kiliseye yürüyerek geliyorlardı. 27 Ocak’taki açılış merasimine 14 at koşulu süslü zafer arabasıyla gelen Jüstinyen, kilisenin avlusuna girdi. Arkasında bütün saray erkânı vardı. Bizans geleneklerine göre, imparatorlar kiliseye geldiklerinde büyük kapıda Patrik tarafından karşılanır, ellerinden tutularak, mabedin kutsal köşesine kadar götürülürlerdi. Jüstinyen de aynı şekilde, kapının ortasında Patrik Menas olmak üzere Doğu Kilisesi’nin görevlileri tarafından karşılandı. Bu suretle dehlize (nartekse) geçildi. Patrik’le el ele içeriye doğru sevinç ve gururla yürüyen Jüstinyen başarısını bir başkasıyla paylaşmak istemiyor gibiydi. Mabedin haşmeti karşısında heyecana kapılmaktan kendini alamayıp, Patrik’in elini bırakarak, “Ambon” denilen vaaz kürsüsüne kadar hızlı hızlı yürüdü. Orada elini havaya kaldırarak “Çok şükür Tanrı’ya ki, böyle bir yapının kurulmasına beni memur etti” diye haykırdı. Sonra sözlerine ekledi: “Ey Süleyman! Seni geçtim”.

Fatih’in Ayasofya ile ilgisi, daha İstanbul’u fethetmeden önce başladı. Şöyle ki, İkinci Mehmed, henüz Edirne valisi iken Konstantıniyye’de meydana gelen bir deprem sonucu Ayasofya’nın kuzey bölümü bir tarafa meyletmiş ve yıkılma tehlikesi baş göstermişti. Bu durum Hıristiyanları korkuttu. Şehzade Mehmed, o sırada hayatta olan Mimar Ali Neccar’ı büyük bir dostluk eseri olarak, Ayasofya’yı tamir ettirmesi için Bizans hükümdarına gönderdi. Bursa ve Edirne’deki büyük camilerin mimarı olan bu usta, dört büyük payanda ile mabedi yıkılmaktan kurtardı. Mimar, Ayasofya’nın özellikle Sarıkçı dükkânları olan bölümdeki dayanak duvarlarının içine iki yüz basamaklı bir merdiven yapmıştı. İşin sonunda İmparator ona, bu merdivenleri ne maksatla yaptığını sorduğu zaman, gerektiğinde kurşunluğa çıkmak için, karşılığını verdi. Bunun üzerine İmparator, Mimar Ali Neccar’ı, hediyelere boğdu. Ali Neccar, Edirne’ye dönüşünde Sultan Mehmed’e:

“Ey Sultanım! Dört büyük payanda ile Ayasofya’nın kubbesini kurtardım. Tamir görevi bana kısmet oldu, onu fethetmek vazifesi de size düşüyor. Hatta yapacağın minarenin temelini de hazırladım ve üzerinde ilk namazı da ben kıldım” dedi.

Bu müjdeden kısa bir süre sonra Konstantıniyye fethedilip İstanbul adını aldı ve Ayasofya’da ilk cuma namazı kılındı. Ahmed Muhtar Paşa, “Feth-i Celil-i Konstantıniyye” isimli eserinde cuma namazının kılınışını şöyle naklediyor:

“Fetihten sonra en mühim hadise Ayasofya’da ilk cuma namazının kılınmasıdır. Mimarlar ve işçiler geceyi gündüze katarak salı günü fethedilen şehrin en büyük kilisesinde cumaya kadar gerekli değişikliği yaptıktan sonra Padişah, kumandanları, mücahidleri ve büyük bir alay ve erkânla gelip içeri adımını atar atmaz mabedin içinde ilahi bir gulgule yükseldi. Hafızlar okumaya, müezzinler salalara, ezanlara başladılar. Cemaat bir ağızdan tekbir getiriyor ve kubbeler yankılarla uğulduyordu. Nice dem bu lâhûtî âvaz sürüp gittikten sonra müezzinler ‘İnnallâhe ve melâiketihu…’ ayetini yanık seslerle okumaya başlayınca Akşemseddin Hazretleri Sultan Mehmed Han-ı Sani Hazretlerinin koltuğuna girip tazim ile minbere çıkardı. Etrafa nur-ı hidayet saçan Seyf-i Muhammedi, elinde parıl parıl parlıyordu. Hazreti Fatih, minberde yüksek ve etkili bir sesle ‘Elhamdülillah Elhamdülillah’ diye hutbe okumaya başlayıp, Cenab-ı Mün’im ve Muhsin-i Hakiki’ye teveccüh ile şükür ve mahmidet (hamd) eylediği zaman idi ki, camide mevcut bütün gaziler, mücahid-i din-i mübin, bir acib inbisat (ferahlık), sürur ve zevk ile gaşyolmak derecelerine gelip, feryad-ı şâdumâni ile gözlerinden sel gibi yaşlar dökmeye başladılar.

Hazreti Fatih, kaide-i üslub-ı hatib üzere hutbeyi okuyup eda ettikten sonra minberden inerek, Akşemseddin Hazretleri’ni imamete geçirip, cuma namazını ol vaktin icâbâtına göre mücahidin-i din-i mübin safları önünde ifa eyledi”.

Fatih, Ayasofya Medresesi’ni de bir vakıf olarak yaptırdı. Bütün bu sosyal kuruluşların ve Ayasofya’nın uzun yıllar ayakta kalabilmesinin sırrı Osmanlı Sultanı’nın temellerini attığı vakıf sayesindedir. Bu, öyle sağlam ve güzel işleyen bir vakıftır ki, eğer vakti gelip Osmanlı sülalesi son bulacak olursa diye, Fatih bir kayıt koymuş ve Ayasofya vakfının yürütülmesi işini, o zamanın devlet reisinin üstlenebileceğini belirtmişti. Fatih, Ayasofya Vakfı’nı kurduğu sıralarda, yani Hilafet unvanının Osmanlılar tarafından resmen alınmasından hemen yarım yüzyıl önce ‘Emirü’l-Mü’minin ve İmamü’l- Müslimin’ olarak anılmaya başlandı.

Son bir menkıbeyi de merhum Tahirü’l-Mevlevi’den nakledeyim. Ayasofya mütevellisi olan Revani Bey (İlyas Şüca Çelebi) Vefa ile Kırkçeşme arasında bulunan mescidini yaptırırken oradan geçen Yavuz Sultan Selim, mescidi kimin yaptırdığını sormuş. “Revani Bey kulunuz” cevabını alınca:

Hey koca Ayasofya! Sen her gün bir mescid doğurabilirsin diyerek vakfının çokluğunu ve mütevellilerinin bundan yararlandığını ima etmiş.

Allah, Ayasofya’ya hizmet edenleri Cennetine koysun!..

Not: Genç yaşta vefat eden Âsım Gültekin kardeşime Allah’tan rahmet niyaz ediyor, ailesine başsağlığı diliyorum.

#İstanbul
#Ayasofya
#Akşemseddin Hazretleri
4 yıl önce
Ayasofya’da cuma heyecanı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti