|
Bâbıâli hatıraları

Gazetemizin Pazar ilavesini, kültür adamlarıyla yaptığı röportajlarla süsleyen Ayşe Olgun, geçenlerde Bâbıâli’nin emektarlarından Muhiddin Nalbantoğlu’yla gerçekleştirdiği mülakatı koca iki sayfa halinde yayımladı. Okumayı seven Bâbıâli kadınlarından tutun, “Bizim Yokuş”da pabuç eskiten ünlü yazarlara kadar, bir çok konuda

sorulan sorulara verilen cevapları ben de ilgiyle gözden geçirdim.

Bu röportajdan anlaşıldığına göre Nalbantoğlu bir grup yazar ve yayıncıyla 27 Mayıs 1960 askeri darbesini, Hürriyet gazetesinin önünde protesto ettiği için yakalanıyor. 9-10 ay Balmumcu ve Davutpaşa’da tutuklu kalıyor. Necip Fazıl da onlarla beraberdir. “Yaşadıklarımız korkunçtu” diyen Nalbantoğlu grubun Yassıada’da birkaç hafta geçirdiğini ifade edip, “Tekin Erer de o günleri yazdı. Ben de hatıralarımı yazıyorum” diyor.

Muhiddin Nalbantoğlu, yaşı doksana merdiven dayamasına rağmen hâlâ dinçliğini ve hareketliliğini koruyor. Kuvvetli hafızasının yardımıyla okumaya, yazmaya ve anlatmaya bugün de devam ediyor. Son zamanlarda kendisiyle Üsküdar’da kitapçı Bayram Bey’in dükkânında sık sık karşılaşıyorum. Yine kitapların arasına dalıyor, dalmakla da kalmıyor, seçip seçip satın alıyor. Yuvasına buğday taşıyan çalışkan karınca gibi, onları bin zahmetle ikametgâhına götürüyor. Bâbıâli mensupları arasında kitap aşkıyla birinci sırayı alan Muhiddin Nalbantoğlu’nun yazdığını ifade ettiği hatıralarının arasında bu konuya geniş yer vermesi gerekiyor. Eskilerin “mektep” dediği “Bâbıâli”yi daha yakından tanımak için, müjdesini aldığımız hatıra kitabını sabırsızlıkla bekliyoruz.

Efendim, bendeniz Muhiddin Bey’i en az kırk yıldan beri tanıyorum ve görüşüyorum. Dolayısıyla hem kitap merakına, hem de hafızasının kuvvetine yakından şahidim. Ancak toplamaktan, dağıtmaya, diğer bir ifadeyle bildiklerinin zekâtını, hiç değilse sadakasını vermeye bir türlü sıra gelmiyor. Hayli uzun mülakatta verdiği cevaplar devede kulak bile değildir. Başta çocuk kitaplarıyla “İstiklal Marşımız” hakkındaki eseri olmak üzere diğer bütün çalışmaları engin bilgisini tam yansıtmıyor. Durum böyle olunca Nalbantoğlu’nun, atının nallarını yenilemesi gerekiyor.

Muhiddin Bey’le tanışıklığımız Cağaloğlu’ndaki Kalem Yayınevi’nde başladı. Buraya, onun yanısıra merhum Emin Işık hocamızla yine rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör de sık sık geliyordu. Adı geçen yayınevi dini eserlerin yanısıra ders kitapları da hazırlıyordu. Erol Güngör ile Emin Işık Hoca ders kitaplarıyla yakından ilgileniyorlardı. Muhiddin Bey, aynı zamanda Marmara Kıraathanesi’nin de müdavimlerindendi. Merhum gazetecilerimizden Ahmet Güner’in “Marmara Kitabeleri” isimli eseri okunursa, Muhiddin Bey’in hangi “Marmaratör”le, nasıl tartıştığı görülür.

Yük taşıyan ama laf taşımayan İbrahim Bey’in hatıraları da dahil, epeyce Babıali kitabı okudum. Bu tarihi mekânda koca bir ömür geçiren, günlük ve haftalık gazeteleriyle kültür dünyamıza büyük bir hizmette bulunan rahmetli ağabeyimiz Mehmet Şevket Bey’in de Bâbıâli hatıralarını yazmasını çok isterdim. Bu konuda bir kaç birkaç defa ricada bulunduğum halde – maalesef – müsbet cevap alamadım. Bu satırları kaleme alırken aklıma geldiği için söyleyeyim; Necip Fazıl’dan tutun, - Allah ömrünü uzun etsin – Gürbüz Azak Bey’e kadar, bütün hatıra sahiplerinin kitapları, İstanbul’un bu tarihi mekânını ve renkli mensuplarını yakından tanıtması bakımından büyük önem arzetmektedir.

Zaman zaman bana da, “Hocam, bu kadar yıldır İstanbul’da, özellikle Cağaloğlu’nda bulundunuz. Neden hatıralarınızı yazmıyorsunuz?” sorusunu yöneltenler oluyor. Ben de onlara, “belki ileride” diye cevap veriyorum ve tabii ki, bu konuda kendimi yeterli bulmuyorum. Yine de söz buraya gelmişken ve konumuzla ilgili olduğu için bir Cağaloğlu hatıramdan kısaca bahsedeyim:

1985’den 1990’a kadar Hürriyet’te beş yıl çalıştım. Görevim musahhihlikti. Tashih servisinde tam on sekiz kişiydik. Gazete, küçük ilanlar da dahil, bütün yazıların dosdoğru çıkmasına büyük önem veriyordu. Gazetenin o zamanki Genel Yayın Müdürü Çetin Emeç, gazeteciliğin her dalında olduğu gibi, tashih konusunda da çok titizdi. Yazısına yanlışlıkla giren bir virgülün bile hesabını sorardı.

Çetin Altan, o zamanlar Hürriyet’te köşe yazıyordu. Yazılarından birini tashih ederken “mecelleşmek” diye bir kelimeyle karşılaştım. Az çok Osmanlıca bildiğim için bu “cebelleşmek” olmasın deyip müsvedddeyi alıp odasına çıktım. Galiba, cebelleşmeyi, mecelleşme diye yazdınız, dedim. Hemen bir kahkaha koyverdi ve dikkatinize teşekkür ederim, cevabını verdi. Evet, “mecelleşmek” diye bir kelime yok, onu ben uydurdum dedikten sonra bir çay söyledi. Uzun uzun Ahmet Cevdet Paşa’dan ve onun başkanlığında bir âlimler, daha doğrusu hukukçular heyeti tarafından hazırlanan “Mecelle”den söz etti. Mecelle ile mecelleşmek arasında nasıl bir irtibat kurduğunu anlattı. Kendisinin de bir zamanlar tashih konusuyla çok ilgilendiğini söyledikten sonra dikkatim için bir kere daha teşekkür etti.

Ne dersiniz, Bâbıâli hatıralarımı yazayım mı?

#Ayşe Olgun
#Muhiddin Nalbantoğlu
#Yeni Şafak
#Hürriyet
4 yıl önce
Bâbıâli hatıraları
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi