|
Bir âlimin çilekeş hayatı

Eski dergilerin sayfalarını çevirip de, ilgimi çeken bir yazıyla karşılaşınca sanki yıllarca göremediğim bir aziz dostumla karşı karşıya gelmiş gibi mutlu oluyorum. Böyle bir saadeti geçen gün Aralık 1988 tarihli “Türk Edebiyatı” dergisiyle ülfet tazelerken bir kere daha yaşadım. Hüsrev Hâtemi üstadımızın “Topçu Miralayı Emin Feyzi Bey” başlıklı yazısını büyük bir merakla okudum.

Hüsrev Hoca’nın belirttiğine göre, emekli Topçu Albayı Emin Feyzi Bey, 1863’de bugün Irak’ta olan Süleymaniye kasabasında dünyaya geldi. Bağdat Askeri Lisesi’nden ve İstanbul’da Mühendishane’nin topçu şubesinden mezun oldu. Çeşitli askeri görevlerde bulundu. 1914 yılında, Musul Sahra Topçu Alayı’nda vazifeliyken, edebiyatla ve matematikle uğraşarak, asıl görevini ihmal ettiği suçlamasıyla, albay iken emekliye sevk edildi. Kendisi bu olayı şöyle anlatıyor: “İstibdat devrinde Bağdat gibi bir yerde, ben yaştakilerin zevk ve sefa ile geçirdikleri boş vakitleri ben kitap okumaya ayırmıştım. Müzevvir ve münafık kimselerin aleyhimde dayanak saydıkları eserlerim o mütalaaların mahsulüdür.”

Emin Feyzi Bey öyle sıradan bir topçu albayı değildir. “Son Asır Türk Şairleri”nde kaydedildiğine göre, emekli olduktan sonra, Musul’da Fransız rahiplerine ait 20 bin ciltlik kütüphanenin kataloğunu dört ayda çıkarma başarısını gösteriyor. Yani merhum hem mesleğiyle ilgili büyük bir vukufiyet sahibidir, hem de dini ilimlere, tarihe, edebiyata ve şiire aşinadır. Mesela şiirlerini topladığı kitabın adı “Şuâat”tır. 1913’te İstanbul’da, Nişan Babilyan Matbaası’nda basılan bu eser bendenizin de kütüphanesinde bulunuyor. Bir örnek olmak üzere Namık Kemal’in vefatından sonra kaleme aldığı dörtlüğü aşağıya naklediyorum:

Sa’yini meşkûr ede zât-ı Hüdâ

Kıldın Âshab-ı Güzîn’e iktidâ

Doğrulukla hıfz-ı nâmus eyledin

Rıhletinle halkı me’yûs eyledin

Erbabının gayet iyi bildiği gibi, bizde İslamı müdafaa için hayli eser yazılmış; ateist kalemşorların, garazkâr müsteşriklerin iftiralarına, isnatlarına susturucu cevaplar verilmiştir. İşte bu minval üzere bir kitap hazırlayan ilim adamlarından biri de bahsini ettiğim Emin Feyzi Bey’dir. Merhumun “İlim ve İrade” adıyla ve maddecilere reddiye olarak hazırladığı bu kitap benim de alakamı çektiği için yayına hazırladım. Adı geçen eser 1997’de merhum M. Şevket Eygi ağabeyimizin sahibi olduğu Bedir Yayınevi’nce basıldı. Emin Feyzi Bey, risalesinin bir yerinde maksadını izah sadedinde şunları söylüyor:

“Din âlimlerinin ve müçtehit imamlarının değerli eserlerinden habersiz olanlarla, ilmi ve fikri konuları tahlil etmek için gerekli seviyeyi elde edemeyenler fen sözüne çabucak kapılırlar ve mağlup olurlar. İşte bu sebepten dolayıdır ki, maddecilerin fikirlerine ve eserlerine karşı daima uyanık bulunmayı gerçekleştirmek maksadıyla batıl mesleklerinin hatalı yönlerini, hakikati arayan gözlere göstermek niyetiyle şu risaleyi yazarak, İslam’ın ilim ve irfan okyanusuna bir damla daha ilave ettim. Âlem için bir yaratıcı Kudret’in varlığını hiç kimse inkâr edemez. Ancak o kudretin kemal, ilim ve irade gibi sıfatlarla sıfatlanması gerekir. Meselenin bu yönü sabit olduktan sonra, ‘semi’ gibi, ‘basar’ gibi diğer sıfatlar da tabiatıyla şahit olur ve maddecilik diye bir şey kalmaz. İşte benim hedefim bu noktadır. Yani iddiacıların iddialarını çürütmek suretiyle ilim ve iradeyi ortaya koymaktır. Ben gücümün yettiği kadar bu görevi yerine getirmeye çalıştım. İsteyen reddeder, isteyen kabul eder. Tevfik Allah’tan, inayet Kibriya’dandır.”

Şimdi gelelim, bu değerli zatın çilekeş hayatına. Muhalled eserlerinde nice meçhul değeri gün ışığına çıkaran İbnülemin, Emin Feyzi Bey’in, acı ve ıstırap dolu hayatının son günlerinden şöyle bahsediyor:

“Müşarünileyh, son zamanlarında Üsküdar’da bir handa ikamet eyledi. Felç isabet etmekle Haydarpaşa Hastahanesi’ne yatırıldı. Bilahare Bursa, Gümüşsuyu, Gurabay-ı Müslimin Hastahanelerine, daha sonra Bakırköyü’nde İlel-i Akliyye Hastahanesi’ne, nihayet Darü’l -Aceze’ye nakledildi. 6 Mayıs 1929’da Darü’l – Aceze’de vefat etti. Kasımpaşa’da Ok Meydanı’nın alt tarafındaki tekke civarına defnedildi. 69 senelik hayatı envâ-i âlâm (çeşit çeşit elemler) ile geçti.

Henüz üç-dört yaşında iken iki ayağı tamamen yandı. Daha sonra sol ayağı – ikinci defa – diz hizasına kadar tutuştu. Bir gün, hızla yanından geçen bir tay, sağ ayağına basıp parmaklarını ezdi. Birkaç defa tifo, lekeli humma gibi tehlikeli hastalıklara yakalandı.

Defalarca malı ve eşyası çalındı. Büyük masraf ederek evlendi. Kısa süre sonra ayrıldı, bir daha evlenemedi. Bütün maaşını İranlı ve Ermeni matbaacılara ve kitapçılara vererek birkaç eserini bastırdı, lakin hepsinden zarar gördü.

Biçare adam, bir ara görünmez oldu. Üsküdar’da oturduğu handa arattım, bulduramadım. Süleyman Nazif Bey, Haydarpaşa Hastahanesi’nde bulunduğunu, bir gün birlikte aramamızı söyledi. Biraz sonra Nazif vefat etti. Zavallı Emin Feyzi’yi hastahanelerde takip ettim. Bizzat görüşmeye hali müsait olmadığından telefonla arada bir sorardım. Bazen aklen, bazen bedenen rahatsız olduğunu söylerlerdi. Bakırköyü’ndeki Emraz-ı Akliyye Hastahanesi’nde bulunduğu esnada hatırını sorduğumda, kimin sorduğunu merak etmiş, tabip ismimi söylemiş, zavallı adam da pek memnun olmuş.

Dünyada saadet yüzü görmeyen bu bedbaht zatı Cenâb-ı Hak, ukbâda mazhar-ı saadet buyursun.”

Siz değerli okuyucularımdan da bir Fâtiha ricasıyla…

#Alim
#Türk Edebiyatı
#Hüsrev Hâtemi
#Topçu Miralayı Emin Feyzi Bey
٪d سنوات قبل
Bir âlimin çilekeş hayatı
Maçı nerde kaybediyoruz?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?