|
Boris Johnson ve Donald Trump

Son seçimlerde Boris Johnson’un başkanlığındaki Muhafazakâr Parti’nin rakibi İşçi Partisi’ni hatırı sayılır bir farkla mağlûp etmesi sâdece basit bir seçim zaferi değildi. Bu, aynı zamanda, küçük bir farkla kabûl edilmiş olan Brexit’in de, kamuoyu tarafından daha kararlı bir şekilde desteklenmeye başladığını gösteriyordu. Zâten aradan geçen zaman içinde Brexit’e dâir kamuoyunda bir pişmanlık vukû bulmuş, ayrılıkçı fikir değişmiş olsaydı seçim neticesi herhâlde farklı olurdu. Muhafazakârlar kamuoyundaki gelişen temâyülü başarılı bir şekilde tahmin etmiş olmalı ki, seçime gitti. Netice sâdece Muhafazakârların kesin başarısı olduğu kadar, kamuoyunun Brexit hususunda zihninin pekişmiş olduğuna delâlet ediyor.

Pekiyi bu tabloyu nasıl değerlendirmek gerekiyor? İlk değerlendirmeler Johnson ve Trump arasındaki muhafazakâr düşünce bağına , söylem yakınlığına ; hattâ fizikî benzerliğin tesirine de kapılarak, ortaya muazzam bir Anglo-Sakson ittifak çıktığını yolunda. Bu değerlendirmenin bir yere kadar doğru olduğunu söyleyebilirim. Ama abartıya kaçmamak gerekiyor. Evet ne Trump ne de Johnson AB’den ve Avro-Amerika fikriyatından hoşlanıyor. Avro-Amerikanizm Demokratların tasarımıydı. Cumhuriyetçilerin kâhir ekseriyeti iki kıt’a arasında Demokratların öngördüğü Ticâret Anlaşması’na karşı çıkıyordu. Trump’ın gelişiyle Avro-Amerikanizm çöpe atıldı. Britanya’da da , husûsen İşçi Partisi çevrelerinde Avro-Amerikanizmin talepkârları mevcuttu. Ama bu yaklaşım Britanya’nın anaakım siyâsetlerini temsil etmiyor. Avrupalılık kimliği târihsel olarak Britanya’nın tereddütle karşıladığı bir fikirdir. Britanya, sırasıyla İspanya, Hollanda , Fransa ve Almanya ile rekabet ederek ve bu rekabetleri zafere taşıyarak varoldu. Kıt’a Avrupası, “British” olarak bilinen hâkim algıda ortak kimlik değil, rekabet ve tehdit manâsına gelmektedir. Bu sebeple , Britanya’nın Avrupalılıktan istifâ ettiği düşüncesine katılmakta zorlanıyorum. Britanya’nın cümle yatırımları denizaşırı mâhiyettedir. Karasal siyâsetlerle denizaşırı siyâsetler arasına sıkışmış ve Napolyon misâlinde olduğu üzere, nihâî tahlilde tercihini karasal siyâsetlerden yana yapan Fransa ve kapalı bir deniz olan Baltık dışında deniz tecrübesi ve tasavvuru olmayan Almanya ile aynı kimlik potasında erimek Britanyalı olmanın ruhûna aykırıdır. Britanya kendisini ABD ve denizaşırı dominyonlarına daha yakın hisseder. Birleşik Krallığın AB mâcerasını bir nev’i “eğreti gelinlik” olarak değerlendirmenin daha doğru olduğunu düşünenlerdenim. Bu mensubiyeti, daha çok Britanya’nın AB’yi kontrol etmek ve sönümlendirmek arzusunun yansıması olarak görüyorum. Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya’nın tutkuyla benimsediği ve içselleştirdiği Avrupalılık kimliğini bir rozet olarak taşıdı. AB ekonomisine parasal olarak katılmadı. Birliğin genişlemesini savundu. Bu siyâsetin aslında AB’yi sönümlendirme işi olduğu bugün anlaşılıyor. Hâsılı BREXIT bu târihsel eğreti süreçlerin olgunlaşmış hâli...Birleşik Krallığın artık istikbâli kararmış bir AB’de kalmasının mânâsı kalmamış gözüküyor. Elbette bu ayrılmanın Britanya’ya yükleyeceği bâzı mâliyetler var. Ama bunun söylendiği ve yazıldığı kadar trajik olmadığını, telâfî edilebilir olduğunu düşünüyorum.

Johnson ile Trump işbirliğinin istikbâli nedir? Her iki lider de eş derecede Avro-Amerikanizm ve küreselleşme karşıtı. Bugün küreselleşmenin bayrağının bizzât Komünist Çin tarafından taşınıyor olması düşünüldüğünde Trump’ın siyâsetlerini de anlayabiliyoruz. Trump apaçık olarak küreselleşmeyi lânetleyerek Çin’i hedefe koydu. Trump’ın gözünde, orijinâl olarak Amerikan patentli bir kavram olan “küreselleşme” artık ABD’nin aleyhine işlemektedir. Küreselleşme oyununun son perdesinin Çin’in başlattığı “Tek Yol Tek Kuşak” olduğunu biliyoruz. Bu tasarım en başta Avrupa-Asya üzerinden ilerliyor. O zaman şu çıkarsamayı yapabiliriz: Bugün Anglo-Saksonculuk ile Avrasyacılık arasında bir potansiyel gerilim olmak gerekir. Bu, Pentagon’un fikri. Pentagon eşanlı olarak hem Asya’yı hem de Avrupa’yı ezmek istiyor. Buna mukabil Trump Avrasya’yı kontrol etmek ve bunun için Rusya ve Türkiye’yi de işin içine katarak bâzı işbirlikleri geliştirmek hususunda ısrarlı. Johnson ise tırmanan Rusya-Britanya gerilimini sona erdireceğini açıkladı. Demek ki bu kervâna katılacak. Anglo-Sakson ittifâkın meseleleri de bundan sonra başlayacaktır. Bundan sonra Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da Birleşik Krallık tesirini daha fazla göreceğimizi zannediyorum. Bu bir işbirliği kadar bir rekâbeti de düşündürüyor. ABD ve Birleşik Krallık arasında, bu coğrafyalarda tâkip edilecek siyâsetlerde çetin bir rekâbetin başlamasının şaşırtıcı olmayacağını düşünüyorum. İkinci husus ise küreselleşme karşıtlığını Trump ile paylaşan Johnson, Çin konusunda Trump kadar katı değil. Hattâ hayli olumlu ve iyimser düşüncelere sâhip. Meselâ Huawei konusunda Birleşik Krallık ve ABD anlaşabilecek mi? Bilmiyoruz. Hâsılı Johnson’ın gelişi rastgele bir gelişme değil. Birleşik Krallık, “derin güçleriyle” artık yeniden sahnede...

#ABD
#Boris Johnson
#Donald Trump
#Huawei
4 yıl önce
Boris Johnson ve Donald Trump
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’