|
‘Doğru zaman ve doğru mekân’a giriş: AKDENİZ!..

Bıraktığımız yerden devam edelim...

“Bizim göze alabildiklerimizi/alabileceklerimizi alacak olan var ise buyursun”...

Cumhurbaşkanı’nın cümlesi aslında ‘sözün bittiği’ yere dairdir...

Bugün Mavi Vatan’da ‘Oruç Reis’ üzerinden sembolleşen “hakkını yedirmeme” hali budur. İşin burada bitmeyeceği de açık. Çünkü Batı, Akdeniz özelinde de bir tür amnezi yaşıyor. “Eskisi gibi” zannediyor. “Eski hal”i sadece Türkiye’ye giydirdiklerini sanmayın. Ankara dar gömleği yırtalı çok oldu. Kendilerini de eski hallerinde görüyorlar, en vahimidir...

Taze örnek...

Türkiye Meis bölgesinde sismik arama yapmak için 21 Temmuz’da NAVTEX ilan etti. Yunan ordusu kırmızı alarm ilan edip donanmasının neredeyse tamamını bölgeye sevk etti. Krizin keskinleşebileceğinin anlaşılması üzerine, aynı zamanda AB Dönem Başkanlığı’nı yürüten Almanya’nın Şansölyesi Merkel araya girdi. Hatta Merkel, Cumhurbaşkanı’na, “bunu ne olur soğukkanlılıkla halledelim, benim de elim rahatlasın” mealinde ricada bulundu. Türkiye-Yunanistan masada hesaplaşmak için anlaştılar. (Öyle ki, kısa zaman içinde iki ülke Dışişleri bir ortak metin açıklayacak kadar ilerlediler.)

Ankara sahadaki çalışmalarını erteledi ama şüphesini de not etti; “Sizi kırmayalım ama bunlara güven olmaz”. Aynı gün (ortak açıklamanın yapılacağından bir gün evvel) Yunanistan, Mısır ile deniz yetki alanları anlaşması imzaladı!..

Bir evvel, “Uzatılacak yanı yok; adı geçen ülkeler arasında deniz sınırı bulunmamaktadır” yazmıştık, artık tekrar tekrar uluslararası hukuk, deniz hukuku vb, tekrara gerek yok, “sözün bittiği yer” orası zaten.

Ancak ders çıkarmadığımız örnek önemli; Adamlar zaten masaya oturmak, uzlaşılmasa bile çıkış yolu aramak, sulh olmak hatta 10 alsalar 1 taviz vermek niyetinde değillerdi! Örneği de yoktur. Tipik Yunan/Rum tezgâhlarından biri tekrarlandı.

Türkiye bir şey kaybetti mi? Zaman dışında hayır. Hayır ama artık bunu da yutmayalım çünkü mesele sadece Ankara-Atina hesaplaşması değil, “doğru zamanlar doğru mekanlar” meselesi.. Bu muharebeler “Akdeniz Savaşı”nın sonucu belirleyecek. İş orada!..

***

Türkiye’nin Akdeniz’deki hedeflerini kovalarken uyguladığı politikayı bilmemizde fayda var...

Birincisi şu; Türkiye gerçekten savaş istemiyor. Bu istememe halini karşı cephe, -üstte bahsettiğimiz o ‘amnezi hali’ nedeniyle- sıklıkla zafiyet olarak yorumlama yanlışına düşüyor. Bu yüzden Ankara sadece diş göstermiyor. Isırıyor da! Libya, Oruç Reis vakaları tam budur. Ama sonra parçalar! Bizden yazması...

Nitekim, Oruç Reis’in bölgeye hareket etmesi vesilesiyle yayınlanan-refakat ve koruma için-askeri gücün verdiği resim, kamanın nereye, nasıl sokulacağının, artı, ‘rotanın’ izidir...

İkincisi, ilginçtir; bunlar yapılırken, Ankara davetini üstelik potansiyel misafir listesine herhangi bir kısıtlama getirmeden hatta genişleterek tekrarlamakta; “Biz diyoruz ki, Akdeniz’deki tüm ülkeler olarak bir araya gelelim, herkes için kabul edilebilir, herkesin hakkını koruyan bir formül bulalım”...

Ankara’nın herkesin hakkını hukukunu koruyacak çok uluslu bir formülün bulunabileceği konusunda şüphesi yok. Bu formül bulunur. Fakat davet samimiyetle yapılırken Ankara gerçeği de görüyor; “Ülkemizin bu çağrısına kulaklarını kapatanlar, güçlerinin yetmeyeceği, boylarını aşan girişimlerle kendi geleceklerini kendi elleriyle karartıyorlar”...

Davet edilen ülkelerin Akdeniz ve Türkiye hakkındaki plan ve görüşleri, Yunanistan’ın basit ayak oyunları ile denklem kurma hazımsızlığından daha kalifiye değil. Çapsızlar koalisyonudur bu. Ankara’nın niyeti iyi ama ümidi azdır...

Türkiye’nin üzerinde en durulası sözü de şudur; “salgın ve onunla bağlantılı siyasi, ekonomik, sosyal sorunların bir kâbus gibi üzerine çöktüğü güçlere güvenenler hüsrana uğramaya mahkûmdur”...

Bu manada son söz şu olmalıdır; Mısır’la imzaladığı anlaşmanın ardından, “yeni bir realite yarattık” diyen Yunanistan Başbakanı, dar alana sıkıştıkça üzerindeki baskı ve sıcaklık artan kriz savaş haline dönüşürse, o zaman Ege ve adalar üzerinden ortaya çıkacak “yeni realiteyi” halkına nasıl anlatacağını düşünmelidir...

***

Geniş alana gelince...

Akdeniz ve bağlantılı komşu havzalardır mesele...

Hazar, Karadeniz, Basra...

Akdeniz ve Afrika’nın kapısı Libya, İsrail’in “yeni bir savaşa hazırız” dediği Lübnan vakası, kendi deniz alanlarını gözden çıkarmak pahasına sömürgeci sahipleriyle işbirliği yapan Kahire, hâlâ sahra altını kolonyal hapislerinde tutmayı hesaplayan Fransa, tahtları için gözden çıkarmayacağı bir şey bulunmayan Körfez ülkeleri, enerji ve yollarını baştan bağlamaya çalışan kimi kıyı ülkeleri ve ortakları Batı şirketleri...

Çoğaltabiliriz; Ermenistan’ı üzerimize saldırtanlar, Balkanlar’da Kafkaslar’da Gürcistan’ı da fırına sürerek yeni bir yangın hattı kundaklayanlar, Afganistan-Pakistan-İran-Hazar’ı, Irak-Suriye üzerinden Doğu Akdeniz-Kıbrıs’a kendi çizgileriyle düğümlemeye çalışanlar...

Türkiye, buraya kadar sayılanların bile ancak belli bir yüzde tuttuğu, Rusya ve Çin’in zikredilmediği hattı “kuşatma” olarak tarif ediyor. Ama “kuşatılmışlık” hissi vermesin. Çünkü gerçekler öyle değil, bu “boğma teli”nin gücü pamuk ipliğindendir...

Bunu da “sahada” göreceğiz. Çünkü, bakın kalın kalın yazıyorum, Oruç Reis, Şubat 2020’ye kadar sürecek ilk planın ayağıdır!

Burada kesip, bağlayalım...

9 Ağustos’ta Yunanistan Ulusal Güvenlik Konseyi toplandı. Yunan medyasına göre Genelkurmay Başkanı Floros çıkışta, “Doğu Akdeniz’de her şey yolunda. Her şey güzel olacak” olacak dedi.

Bir, her şey yolunda değil! İki, her şey güzel de olmayacak!

Ama güzellikle olması onların elinde...

#Yunanistan
#Akdeniz
#Güvenlik
4 yıl önce
‘Doğru zaman ve doğru mekân’a giriş: AKDENİZ!..
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset