|
Doğu Akdeniz’de gözden kaçanlar–2

Önceki yazımda İsrail’in, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) sözde münhasır ekonomik bölgesinde (MEB) faaliyet gösteren İsrailli “Delek”, Teksas merkezli “Noble Energy” ve çok uluslu “Shell”e yaptığı yazılı bildirim üzerinden gün yüzüne çıkan tartışmanın bölgede yeni gerilimlere neden olabileceğine değinerek, İsrail’in az dillendirilen stratejisini izah etmeye çalışmıştım. Bugün devamla, konuyla ilgili atlandığını gördüğüm diğer ikinci hususu detaylandıracağım.

GKRY BÖLGESEL GAZ TEDARİKÇİSİ VEYA
MODA DEYİMLE DOĞAL GAZ
MERKEZİ OLABİLİR Mİ?

GKRY’nin kendi kendine ilan ettiği sözde münhasır ekonomik bölgesinde (MEB) kalan gazı bile İsrail’in onayı olmadan ticarileştiremeyeceğini ilk yazımda belirtmiştim.

Bu durum GKRY’nin sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatında hareket alanını kısıtlasa da enerjide tamamen dışa bağımlı GKRY’nin girişimlerini devam ettirdiğini görüyoruz. Hafta içinde GKRY, Çin Halk Cumhuriyeti’nden (ÇHC) bir konsorsiyumun adanın güneyinde LNG ithalatını mümkün kılacak bir FSRU (yüzer depolama ve yeninden gazlaştırma tesisi) projesine onay verdi. Proje Avrupa Birliği (AB) tarafından da finanse ediliyor ve yaklaşık 500 milyon Euro’luk bir maliyete sahip. 300 milyon Euro’luk tasarım ve inşa ile yirmi yıl süreyle işletme ve bakım bedeli olarak 200 milyon Euro’luk maliyete sahip projeye AB Komisyonu 101 milyon Euro finansman sağlıyor.

Vasilikos’da kurulması planlanan LNG ithalat terminalinin 30 Kasım 2020 tarihinden önce bitirileceği GKRY tarafından açıklansa da projenin bu tarihten önce sonuçlandırılması zor. Ne ilginçtir ki “Afrodit” sahasının keşfinden sonra, Vasilikos’da bir LNG ihracat tesisinin kurulmasına yönelik olarak İsrailli “Delek” ile Teksas merkezli “Noble Energy” GKRY’yle bir Mutabakat Zaptı imzalamıştı. Söz konusu ihracat tesisinden GKRY’nin çıkaracağı gazın yanı sıra İsrail gazının küresel piyasalara ihracı hedefleniyordu. Fizibilite çalışmasında Vasilikos’da sadece 2 kilometrekarelik bir alanın en az 5 milyon ton/yıl LNG ihracat kapasitesine imkan verecek üç üniteye (görünüşünden dolayı bu ünitelere İngilizce “train” tren deniliyor) ev sahipliği yapamayacağı ortaya çıktı. Daha sonra, 2013 yılında Afrodit’te bulunduğu düşünülen doğal gaz miktarı aşağı yönlü güncellendi. Yaklaşık 10 milyar doları bulacak söz konusu tesis için gerekli finansmanı ise kimse bulamadı. Proje rafa kalktı.

Hal böyle olunca mutlaka şu soruya cevap bulmak gerekiyor. GKRY’nin, kendi mütevazi talebi için sözde MEB’inde kalan doğal gaz rezervlerini suyun altından çıkarıp, elektrik üretemezken ve elektrik talebini karşılamak için doğal gaz ithal edeceği bir tesisi kurmak zorundayken, küresel piyasalara doğal gaz tedarik edebileceğine kim inanır?

GKRY İÇİN TÜRKİYE’SİZ VE
KKTC’SİZ ÇÖZÜM MÜMKÜN MÜ?

GKRY enerjide % 90 oranında dışa bağımlı ve halihazırda ihtiyaç duyduğu elektriği ağır ham petrol yakarak üretiyor. Bu modelin çevre ve ekonomi açısından sürdürülebilir olmadığı ve yüksek risk taşıdığı aşikar. Dahası bu model, 2004 yılında Annan Planı’nı reddeden, ama bir oldu bittiyle AB üyesi yapılan GKRY’nin AB’nin çevre normlarını alt üst etmesine de neden oluyor.

2007’deki AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde alınan kararlar kapsamında birliğe üye ülkeler “Enerji ve İklim Paketi” olarak nitelendirilen yeni mevzuat önerilerini 23 Ocak 2008 tarihinde açıklamıştı. Burada GKRY’ye biçilen hedefse, nihai enerji tüketiminde yaklaşmakta olduğumuz 2020 yılına kadar yenilenebilir enerji payını en az %13’e çıkarmak şeklinde olmuştu. Ancak bu pek mümkün olmadı. GKRY hala ağır ham petrol yakarak elektrik üretmeye devam ediyor. Elbette bu şekilde tek bir tesise ve yönteme bağlı olmanın da önemli riskleri var.

Hatırlayacağınız üzere 2011 yılında Rum tarafı yaşanan patlama neticesinde tamamen elektriksiz kalmıştı. O dönem KKTC olmasaydı GKRY ne yapardı kestirmek mümkün değil. Zira derin donduruculardaki yiyecekler bile erimeye başlamış en temel tıbbi ve insani ihtiyaçların giderilmesi güçleşmişti. KKTC ahlaki ve insani bir kararla GKRY’ye elektrik sağlayarak sorunu çözmüştü. Peki ya KKTC ve Türkiye olmasaydı?

DOĞU AKDENİZ’DE SUÇ TÜRKİYE’NİN Mİ?

Son iki yazımda Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmelerin teknik ve ekonomik boyutlarından bir kısmına değindim. Bu kısa analizler bile bölgedeki anlaşmazlıkların temelinde Türkiye’nin faaliyetlerinin değil diğer ülkelerin kendi aralarındaki çıkar çatışmaları ve teknik engellerin olduğunu anlamak için yeterli. Ancak anlamak istemeyenler için daha net belirteyim: Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmelerin böylesi derin teknik ve ekonomik boyutları varken, kendi haklarını ve çıkarlarını uluslararası hukuka uygun olarak savunan Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz kaynaklarının hala suyun altında kalmasının tek nedeni olarak gösterilmesi, adeta günah keçisi ilan edilmesi ne ahlakla, ne hukukla ne de sahadaki gerçeklerle bağdaşmıyor.

#Doğu Akdeniz
#Kıbrıs
#AB
#Annan Planı
#GKRY
4 yıl önce
Doğu Akdeniz’de gözden kaçanlar–2
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset