|
Dünya denilen misafirhane

“Misafir” kelimesiyle müteradif, yani eş anlamlı bir kelime daha vardır ki, o da “mihman”dır. Buna göre “misafirhane”nin diğer bir adı da “mihmanhane”dir. Sözlükte mihmanhane, konuk evi, misafirhane diye açıklanıyor. Aslı Farsça olan bu kelime “dünya” manasında da kullanılıyor ve eski metinlerde daha çok “mihman-seray” diye geçiyor. Değerli, kıymetli misafirleri ağırlayan, onlarla yakından ilgilenen, gezdiren, bir nevi kılavuzluk yapan kimse de “mihmandar” olarak biliniyor.

Merhum Mahir İz hocamızın “Din ve Cemiyet” isimli kitabından naklediyorum. Bir mutasavvıf dünyayı tarif ederken diyor ki: “Dünya bir mihman evi, insan garip bir misafir, ecel mihmandar, konar göçer, gelir geçer; mehd-lahd (beşik-mezar) iki kapı, dünya arada âlâyişli bir yapı, sureten mâmûr, mânen virâne, insan oğlu kendi kısmetini toplamaya mecbur bir divane…” Ne güzel tarif değil mi efendim. Tabii ki güzel olacak, çünkü mutasavvıf aynı zamanda mutasarrıftır, dolayısıyla lisan üzerinde de tasarruf sahibidir.

“Mihmandar” kelimesine en büyük şerefi kazandıran mübarek isim hiç şüphe yok ki, Eyüp Sultan hazretleridir. İstanbul’umuzun manevi sultanı olan bu büyük sahabinin bir unvanı da, “Mihmandar-ı Resûlullah”dır. Hazreti Halid Ebu Eyyub el - Ensari mihmanhanesinde Fahr-i Kâinat Efendimiz’i tam yedi ay misafir etmek suretiyle, manen öyle yüksek bir makamın sahibi olmuştur ki, bunun fani kalemlerle anlatılması mümkün değildir. Ne mutlu İstanbul’a ve İstanbullulara ki bu manevi şereften nasiplerini alma mutluluğuna erdiler. Bakınız, Eyüp Sultan Camii’nde yer alan bir levhadaki şu beyit bunu ne güzel ifade ediyor:

Yetişmez mi bu şehrin halkına bu nimet-i Bârî
Mücâhid-i fî – Sebîlillah Ebû Eyyûb el-Ensârî

Eyyüb Sultan Hazretleri hakkında en kıymetli kitaplardan birine imza atan Alasonyalı Hacı Cemal Efendi’nin kaydına göre bu ev iki katlıdır. Efendimiz Medine’ye hicret buyurunca Rabbani bir ilham ile işte bu evi şereflendiriyor. Bu sırada Zeyd bin Harise de Resulullah’ın refakatinde bulunmaktadır. Ev sahibi, evinin üst katını teklif ediyorsa da, Fahr-i Âlem, gelen giden ziyaretçilere kolay olur diye alt katı tercih ediyor. Ancak Eyüp Sultan Hazretleri’yle zevcesi Ümmü Eyyüb geceleyin yatmak için ikinci kata çıkınca bu, edebe aykırı bir durum diye rahatsız oluyorlar. Biz, vahiyle gelecek melek ile Peygamberimiz arasında hâil (engel) olamayız diyorlar. Cebrail Aleyhisselam Peygamber Efendimiz’e vahiy getireceği için onun üst katta bulunması münasiptir. Ayrıca biz üst kısımda dolaşacağız, yatıp kalkacağız, toz toprak dökeceğiz, dolayısıyla Resulullah’ı rahatsız edeceğiz diyerek bütün gece gözyaşı döküyorlar. Sabahleyin bu durum kendisine ısrarla arz edilince Efendimiz üst katı şereflendiriyor.

İşte bu izahtan da anlaşıldığı üzere, dünyada, Efendimiz’in Hane-i Saadet’inden sonra en mübarek mihmanhane, nam-ı diğer misafirhane bu ev olduğu gibi, en faziletli mihmandar da Hazreti Halid Ebu Eyyüb el – Ensari’dir. Durum böyle olunca ve bu mübarek zatın türbesinin İstanbul’da bulunduğu göz önüne getirilince, Mekke’den, Medine’den ve Kudüs’ten sonra ruhaniyeti en yüksek şehir İstanbul’dur demek herhalde yanlış olmaz.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, mihmanhanenin bir adı da misafirhanedir. Evet, bu dünya üç günlük bir misafirhane olduğu gibi, biz insanlar da Allah’ın misafirleriyiz. Ne yazık ki, istisnalar müstesna misafir olduğumuzu unutup ebedi yaşayacakmış gibi boş hayallerle avunuyor, lüzumsuz gayretlerle, olanca hırsımızla kendimizi aldatıyoruz. Bakınız Trabzonlu şair Halil Nihat Boztepe, bu halet-i ruhiyeyi şu dörtlüğüyle nasıl dile getiriyor:

Bir misâfirhânedir dünyây-ı dûn
Anda bir kâşâne de, virâne de
Bî devâ vü, bî bedel gafletteyim
Hâne yaptırdım misâfirhânede!..

Allah’ın misafirleriyiz deyince aklıma geldi. Merhum Tahirü’l – Mevlevi, bu konuyla ilgili olarak hoş sözler söylüyor. Şöyle ki. Ayasofya Camii’nin etrafı eskiden bugün olduğu gibi boş ve tenha değilmiş. Tarihi hamamın etrafı sıra sıra dükkânlarla çevrili bulunduğu gibi, üst katları da ev olarak kullanılıyormuş. O dükkânların çoğu kahvehane, önleri de yabani kestane ağaçlarıyla gölgelik olduğundan yaz günleri o ağaçların altında oturup çay kahve içerek dinleniyorlarmış. Ezan okununca da kalkıp camiye gidiyorlarmış. Yakın mahallelerden gelenlerin de sayısı hayli fazlaymış. Durum böyle olunca tarihi mabed ağzına kadar doluyormuş.

Bazı Müslümanlar Eyüp Sultan ve Fatih camileri gibi buraya da akşam namazına geliyorlarmış, getirdikleri simit, çörek gibi şeylerle iftar ediyorlarmış ve bu durumu Beytullah olan cami dahilinde, Allah’a misafir olma diye kabul ediyorlarmış. Kısacası caminin etrafı çok kalabalıkmış ve bunların büyük bir bölümünü de seyyar satıcılar teşkil ediyormuş.

1864 tarihinde vefat etmiş ve Eyüp Sultan’daki Hatuniye Tekkesi’nin haziresine gömülmüş olan Mesnevihan Hoca Hüsameddin Efendi, gençliğinde Nakşi şeyhlerinden Hoca Selim Efendi’den Mesnevi okurmuş. Selim Efendi muhterem ve hatırı sayılır bir zat olduğu için şeyhülislam tarafından gerekli saygıyı görürmüş. Hüsameddin Efendi o esnada cami dersinden icazet almış bulunuyormuş. Şeyhülislam’a söyleyerek kendisi için bir ruus (tayin işlemini gösteren yazı) verilmesini Selim Efendi’den rica etmiş, Selim Efendi, Şeyhülislam’a söylemiş. Aldığı ruus kâğıdını bir Ramazan akşamı Hüsameddin Efendi’ye verirken “Haydi Hüsam, bu akşam Ayasofya’ya gidelim de, Allah’a misafir olalım” demiş.

Unutmayalım, dünya bir misafirhanedir, bizler de Allah’ın misafirleriyiz!

#Dünya
3 yıl önce
Dünya denilen misafirhane
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…