|
Fazla kişisel bir yazı

“İnandığım bazı şeyleri yazmaktan kendimi alıkoyduğum doğrudur, ama inanmadığım hiçbir şey yazmadım o sütunda” diyorum soranlara. Başka türlü nasıl “yazma sorumluluğu” alabilir insan, bilmiyorum çünkü.

Bu “inandığım bazı şeyleri yazmaktan kendimi alıkoyduğum doğrudur” kısmı bence izahtan vareste ama yine de biraz açıklamak isterim. Sadece gazete yazılarımda değil, şiir, öykü ve diğer yazı çalışmalarımda da böyledir bu benim için. İnandığım şeyi tam olarak ifade edememe korkusu ise yazmamamdaki başat unsurdur.

Örnek mi? Mesela o cümleyi, yani “Tanrıyı nasıl tarif ettiğimiz tanrıyı değil bizim kim olduğumuzu anlatır” cümlesini duydum duyalı yazmak istiyorum bunu. Fakat derdimi tamı tamına izah edemezsem meselenin yanlış, çok yanlış bir yere gidebileceğini hesap ediyorum. Derdimi tam olarak izah edebileceğim o rahat aralığı da bulamıyorum bir türlü.

Gündelik politik meselelerde daha çok böyle bu. Çok fazla ilgilenmediğim, dahası ilgilenmek istemediğim bir alan gündelik politika. Dolayısıyla gündelik politika üzerinden yazarsam yanılabileceğimi, dahası başkalarını da yanıltabileceğimi hesap ediyorum. Eh, adımız her ne kadar “yandaş Yeni Şafak yazarı”na çıkmış olsa da benim asıl iştigal alanımın “yandaşlık ve/veya candaşlık”la ilgisi olmadığını anlatmaktan da vazgeçmiş durumdayım epeydir. “He abi he, yandaşım ben” deyip geçerek o tartışmaya ayıracağım enerjiyi kendi gündemime ayırmayı tercih ediyorum.

Nedir peki benim gündemim? Burada “değişenler” ve “değişmeyenler” diye ikiye ayırmak lazım tabii meselemi. Değişmeyen iki gündemim var: Türkiye ve edebiyat. Türkiye’yi bütün halleriyle anlayıp onun başına bir şey gelmemesi için yapabileceğim ne varsa onu yapmaya çabalamak benim asıl gündemimi oluşturuyor diyebilirim. Edebiyat ise, benim için bir çeşit “sabite” olmuş durumda. Hayatı, dikine anlamanın bir yolu olarak görüyorum çünkü ben edebiyatı.

Değişenler ise adı üzerinde değişiyor. Daha doğrusu ilgimi zaman zaman artırıp zaman zaman azalttığım meseleler var. Toplumsal tabakalaşma bahsinden tutunuz da uyuşturucu kültürüne, futboldan tutunuz da Türkiye’de cari din diline kadar pek çok mesele ile ilgileniyorum.

Galiba toplamda şunu söylemeye çabalıyorum. Kendi gündemime sızan her neyse inat ve ısrarla onları yazmanın, dile getirmenin derdindeyim. Başka türlüsü nasıl olur, onu da bilmiyorum.

“Başka türlüsü” şöyle oluyor aslında. Herhangi bir siyasinin apaçık konuşmalarını “ne demek istedi?” tadında yorumlamayı, kitlesinden alkış alabilmek için hamaset patlatmayı, belirli bir merkeze çalıştığı için tüm ahlaki sorumluluk ve ödevlerini bir yana bırakmayı, komplo teorileri ile günü kurtarmayı, bir siyasi partinin tezlerini öve öve yahut yere yere bitirememeyi “yazarlık” sayıyorlar.

Burada bir yanlış anlamanın önüne geçmem lazım. Belki de “köşe yazarlığı” dediğimiz mesleğin gereği budur. Ben sadece “bunlar benim için uygun şeyler değil” demeye çabalıyorum. Bunun altını çizme gereği duyuyorum.

Niçin duyuyorum bu “alt çizme” ihtiyacını? Şundan: Her seferinde “memlekette şunlar şunlar olurken… Sen şunlar şunlar hakkında niçin konuşmuyorsun? Geç bunları geç, asıl şundan bahset… Seni pis yandaş, biz senin ciğerini biliriz…” gibisinden cümlelere, sitemlere, hakaretlere maruz kalıyorum uzun süredir.

Bilmenizi isterim ki umurumda bile değil bütün bunlar. Ben, kendi asli gündemlerimi ilgilendiren meselelerde kalem oynatmaya devam edeceğim. İnanmadığım hiçbir şeyi yazıya geçirmemeye devam edeceğim.

Niçin biliyor musunuz? Çünkü herhangi bir “ilişkiler ağının içinden yazıp-konuşmak” gibi bir zarureti haiz değilim. Yazmak benim için varoluşsal ve temel bir mesele. Tanıtım filmi metni de yazıyorsam, senaryo da yazıyorsam, şiir de yazıyorsam, köşe yazısı da yazıyorsam böyle bu.

Bir kelam da okurlarıma etmek isterim. Yanıldığım, yanlış fikirlerle yazdığım yazılarım olmuştur, oldu ve olacak. Ve fakat sizi temin ederim ki asla “sizi birilerinin adına bir yere çağırma” yazısı ile çıkmayacağım karşınıza. O an yazmamın doğru olduğunu düşünmediğim hiçbir satıra muhatap etmeyeceğim sizi.

Samimiyetle beyan ederim ki benim “medya etik anlayışım” bundan ibarettir ve bu kadardır. Ne bir eksik, ne bir fazla…

#Edebiyat
#Türkiye
#Politika
3 yıl önce
Fazla kişisel bir yazı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti