İslam’ın yeniden hayata hâkim olması, müminler olarak yeniden izzet bulmamız, toplumun müslümanlaşması, hukukumuzun, ahlakımızın, kültürümüzün bizim olması için uğraşanlara, böyle bir derdi olanlara söylüyoruz. Bu işin bireyi, aileyi, mahalleyi, ülkeyi ve bütünüyle İslam dünyasını ilgilendiren tarafları var.
Nefisle cihaddan, yani bireyden başlanmazsa iyi bir müslüman olamayız, iyi bir müslüman olamayınca iyi bir temsil yapamayız, iyi bir temsil olmayınca da tebliğimizin ve davetimizin bir anlamı kalmaz, havanda su döver dururuz.
Çünkü asıl gaye bireyin mümin ve müslüman olması, Allah’ı tanıyıp O’na iman etmesi ve ebedi âlemi kazanmasıdır. Başka her şey; güç, kuvvet, devlet, hukuk hep bunun için vardır, bunun için var olmalıdır. Yani bunlar gaye değil, gayeye götüren sebeplerdir. Hatta bir İslam devleti kurmak bile birincil bir hedef değildir. Resulüllah (sa) Mekke’de arkadaşlarına; hadi çalışalım, gayret edelim, kendi devletimizi kuralım, burada başaramazsak bunu gidip Medine’de başaralım diye bir hedef göstermemiştir. İnsanları Allah’a çağıralım, şirkten ve ebedi felaketten kurtaralım demiştir. Yani onlar bağımsız bir devlet kurunca müslüman olmamışlar, müslüman olunca tabii olarak devlet kurmuşlar.
Bu durum devleti kim yönetirse yönetsin, biz müslüman olalım yeter anlamına gelmez.
Sadece neyin lazım, neyin melzum olduğunu anlatır.