|
“Gücü yeten varsa buyursun gelsin”

Tarihimiz travmalarımızın korunaklı sandık odası değildir. Tarihimiz, bugünü anlamak ve geleceğimiz hakkında bir takım öngörülerde bulunmak için kıymeti her türlü takdirin ötesinde muazzam zenginlikte bir kaynaktır. Ne mağlubiyetlerimiz tedavisine imkân olmayan sapmalara yol açmıştır ne de galibiyetlerimiz kaybeden toplumlar üzerinde soykırım icra etmemize sebep olmuştur. Yenilgiyi ve zaferi cilve-i talih olarak görüp tevekkülü bir hayat düsturuna dönüştürmüşüz. Şimdi artık sadece zaferler ayının müjdeleri ile göğsümüzü kabartmıyoruz, geleceğe dair büyük umutlarımız var. Ne yazık ki milletimizin kahir ekseriyeti yeni zaferlere açılan kapıları görüp büyük hayaller kurarken aydın, siyasetçi ve akademisyenler arasından felaket tellallığına soyunanları da ibretle izliyoruz. Maalesef bunların felaket tellallığı, bir davranış devamlılığına karşılık gelir.

Osmanlı zengin enerji kaynaklarını sömürgeci Batı’ya teslim etmek istememişti. Bu sebeple Bağdat Demir Yolları projesini hayata geçirdi. Bu projenin hayata geçirilmesi için yaptığımız çalışmalar, kurduğumuz ittifaklar ve kaynak temini bakımından atılan adımlar hakikaten yeni bir duruma işaret ediyordu. Fransa, İngiltere ve Rusya’nın Osmanlı’nın gayretinden endişe ettiğini o gün de biliyorduk. Fakat ilginç olan devrin edebiyat ve fikir adamlarının bu gelişmelere duyarsız kalmasıydı. Bir tarafta geniş toprakların üretime ve ticarete açılması, enerji kaynakları üzerinde hâkimiyet tesis etme ve mahallî düzeyde yabancı müdahalesiyle ortaya çıkan huzursuzluklara hızlı müdahale gibi amaçlarla yapılan çalışmalar vardı. Diğer tarafta ise aydınlar farklı kanallara açık olduğu için bugün dahi gündemden düşmeyen kavramlar öne çıkıyordu. O zaman da liberal demokrasinin kavramları ile konuşuyorlar, emperyalist Batı’nın isteklerini dayatıyorlardı. Onlar adına konuştuklarının farkına bile varmamış olmaları hazin bir durumdur.

Osmanlı’nın yeniden ayağa kalkmaya çalıştığı zamanlarda Batı emperyalizmi, görülmemiş bir şekilde, Afrika’yı işgal ve istila etmeye başlamıştı. Afrika’nın işgal ve istila dönemi tamamlandıktan sonra sıra Osmanlı topraklarına gelecekti. Bu sebeple Osmanlı’nın yenileşme çalışmalarını takdirle karşılamak gerekirdi. Fakat devrin entelektüel dünyasında bu çabalara rastlamak kolay değildir. Abdülhamit’i hedef alan suikastın başarısızlığından üzüntü duyan şairin, Güney Afrika’nın elmas madenleri için savaşan İngiltere büyükelçiliğine çiçek götürmesi sıradan naif bir hata değildir. Enerji savaşları uğrunda koca Devlet-i Âliye’yi kaybettik. Biz giderken Britanya ve Fransız sömürge imparatorluklarının bir daha ayağa kalkamayacak hâle düşmesi üzerinde durulan bir mesele değildir. Bu iki sömürge imparatorluğu yirmi yıl sonra dümeni Amerika’ya teslim etmek zorunda kalmışlardı.

Yüz yıl sonra elde kalan vatan toprağında devasa enerji yatakları keşfedilince aydın, siyasetçi ve akademisyenlerden geçmişin dilini bugüne taşıyanları görünce ne yazık ki şaşırmıyoruz. Utanmasalar yine Fransa, Amerika ve İngiltere büyükelçiliklerine gidecekler. Onlara bu kaynakları çıkarma hakkının bizde olmadığını söyleyecekler. Yeni enerji kaynaklarını Amerikalılar, İngilizler, Fransızlar çıkarırsa bu toprakların bağımlı unsurları olarak yüklü miktarda maaş alacaklarına yürekten inandıkları için milletimizin hak sahibi olmasını istenmiyorlar. Yüz yıl önceki gibi liberal demokrasinin kavramlarıyla konuşmalarının sebebi budur. Gerçekten sevinemediler, başka bir şey bekliyorlardı: Erdoğan devrilsin ve bu ülkenin zenginliklerine başkaları adına el koysunlar.

Aydın, siyasetçi ve akademisyenlerden memnuniyetsizler grubunun dili, olacaklarla ilgili tahminlerde bulunmamıza sebep oluyor. Yüz yıl önce olduğu gibi çok sert bir mücadele dönemine giriyoruz. Artık bu son saldırı olacak. Şerif Hüseyinler yine alana çıktı. O zaman da ne dinî ne de millî hislerle hareket etmişlerdi. İngiltere’nin ve Fransa’nın önlerine serdiği altınlar başlarını döndürmüştü. Elbette sadece İngiltere ve Fransa’nın gücüne inanıyorlardı. Yüz yıl önce hiç tahmin etmedikleri kadar büyük savaşçı olduğumuzu bütün cephelerde kanıtladık. Bugün ise dünden farklı olarak çok daha güçlü bir durumdayız. Karadeniz’de ve Akdeniz’de zengin enerji kaynaklardan bahsediliyor.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan açıkça “gücü yeten varsa buyursun gelsin” dedi. Bu cümle coğrafyamızda birçok şeyin değiştiğini gösterir ve yeni emperyalist saldırılara verilebilecek en güzel cevaptır.

#Osmanlı Devleti
#Recep Tayyip Erdoğan
#Siyaset
4 yıl önce
“Gücü yeten varsa buyursun gelsin”
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler