|
İhsan Özgen’in ardından

Bir kaç gün evvel Türk sanatı ve müzik dünyâsı acı bir kayıp verdi. Kemençevî, tanbûrî, çellist, ressam İhsan Özgen’i kaybettik. Cinûçen Tanrıkorur ve Necdet Yaşar’dan sonra, benim “Türk Beşleri” olarak gördüğüm bir resimden bir çehre daha eksildi.

“Türk Beşleri” denildiği zaman akla hemen Batı müziği çevrelerinde bilinen, Ahmet Adnan Saygun, Hasan Ferit Alnar, Ulvî Cemâl Ergin, Necil Kâzım Akses ve Cemâl Reşit Rey gelir. Benim zihin dünyâmda ise bir başka beş isim canlanır. 1920’lerin sonlarında, 1930’lar, en fazla 1940’ların başında doğmuş bir neslin içinden çıkan, Türk saz (enstrüman) dünyâsında billûrlaşmış bir çevredir bu. Neyde Niyâzî Sayın, tanbûrda Necdet Yaşar, kemençede İhsan Özgen, udda Cinûçen Tanrıkorur, kanûnda ise Erol Deran’dan oluşan, bilinenden farklı bir “Türk Beşleri” olarak görürüm ben onları. Aralarında sâdece merhûm Cinûçen Bey’in daha fazla bestekârlık işinde mesâi verdiğini biliyoruz. Diğerleri bestekarlıktan ziyâde sazlarında uğraş vermişler ve yorumculuk işinde yoğunlaşmışlardır. Oluşturdukları, ikili ve üçlülerle bugünkü mûsıki nesillerine muazzam bir miras bıraktıkları ortadadır. Bugün saz dünyâmızın arşivleri Niyâzî Sayın-Necdet Yaşar-İhsan Özgen , Necdet Yaşar -İhsan Özgen, Cinûçen Tanrıkorur-İhsan Özgen , Erol Deran-Niyâzi Sayın , Erol Deran-İhsan Özgen “ikili” ve “üçlülerinin” efsânevî kayıtlarıyla mücehhezdir.

Neyzen Niyâzî Sayın, yüksek bir artistik-teknik düzeye ulaştırdığı ney üfleme tarzıyla tekmil neyzen dünyâsının tartışmasız pîri durumundadır. Başta Sadreddin Özçimi, Ömer Erdoğdular, Ahmed Şâhin ve Yavuz Akalın olmak üzere ney dünyâsının başat isimleri Niyâzi Sayın’ın şaşmaz tâkipçileridir. 2017’de kaybettiğimiz merhûm tanbûrî Necdet Yaşar’ın tanbûr dünyâsındaki yeri bundan farklı değildir. Sanatlarında olgunluk aşamasını devâm ettiren Özer Özel, Murat Aydemir ve Murat Salim Tokaç, Necdet Bey’in bayrağını taşıyorlar. Uzun seneler boyunca vücûdunu kuşatan hastalıklarla mücâdele eden ve 2000 senesinde kaybettiğimiz Cinûçen Tanrıkorur -ilk düşen yaprak oydu- bugün ûd dünyasında efsânevî bir figür olarak yerini almıştır. Necâtî Çelik ve Yurdal Tokcan başta olmak üzere pek çok ûdî Cinûçen Bey ekolünü devâm ettiriyorlar. Kânunda Erol Deran, bu âleti âdetâ parçalarcasına çalan piyasa tarzından uzak durmak ve bu sazı asâletle icrâ etmek isteyen genç kanunîlerin şaşmaz rehberi konumundadır.

“Türk Mûsıkisi Beşleri”nin müşterek husûsiyetlerinden birisi, piyasadan uzak durmalarıdır. Bu da onlara belki biraz çileli olmakla berâber geniş bir alan kazandırmış, sâdece müziği düşünerek onun icrâ tekniklerine ve estetik yapılarına çok katmanlı değerler kazandırmalarına imkân sağlamıştır. “Türk Mûsıkisi Beşleri” sâdece solistlere eşlik etmekte değil, bundan daha mühim olarak saz musıkisinde, husûsen de taksim formunda olağanüstü güzelliklere imza atmışlardır. Benim ilgi çekici bulduğum taraflarından bir diğeri de bu isimlerin hat, ebrû, resim , fotografçılık gibi çok sayıda başka sanatlarla iç içe olmalarıdır.

Türk Beşleri’nin herbirini kendi ayırd edici husûsiyetleri üzerinden değerlendirmek mümkündür. Ama bu beş isim arasında husûsiyetleri çok çarpıcı bir şekilde tezâhür eden ismin İhsan Bey olduğunu düşünürüm. Erol Deran ile berâber İhsan Bey’in bu çevre içinde göze batan ilk, hocasızlığıdır. Sanatında kendi kendisini yetiştirmesi, onun kâbiliyetinin ne derecede ileri olduğunu gösterir. Kemençede çektiği yaydan çıkan sadâ, perdeler hususunda gösterdiği olağanüstü titizlik, taksim sırasında geliştirdiği duygu yüklü nağmeler, makam geçkilerinde ortaya koyduğu şaşırtıcı buluşlar herkesin büyük bir takdirini ve hayranlığını kazanmıştır. İhsan Bey’in diğer bir farklılığı baş sazı kemençenin yanısıra, tanbûr, lâvta, ud ve çelloyu da eş ustalıkla çalabilmesiydi. Benim nazarımdaki Türk Beşleri’nin şaşmaz büyük ustaları Tanbûrî Cemil’in de başat vasıflarından birisiydi bu. Onun için İhsan Bey’e “Yaşayan Cemil” nazarıyla bakılmıştır. İhsan Bey, bu çevre içinde deneysel çalışmalarıyla da baskın bir isimdir. Dostu udî Mutlu Torun Üstad ile yaptığı Rönesans müziği çeşitlemeleri bunun tipik misâlidir.

İhsan Bey’in bir diğer çarpıcı husûsiyeti de bir “sanat filozofu “ gibi, sanat üzerine düşüncelerini, tespitlerini çeşitli yazılarda ve kitaplarda dile getirmesidir. Bu, tam bir belâgat ustası olan Cinuçen Bey için de geçerlidir. İhsan Bey sâdece müzikle değil, resimle de çok alâkalıydı. Bu husûsiyet Erol Deran’da, kısmen de Ressam Halil Dikmen’in talebesi olan Niyâzî Sayın’da tâkip edilebilir. Resim-mûsıkî bağı bu isimlerde başlıbaşına inceleme konusu olsa gerekir. Erol Bey ile son görüşmemde, onun mûsıkisinde mızrab kullanışında fırça hareketlerini hissettiğimi söylemekten kendimi alıkoyamamıştım. Bu değerlendirmemi gülümseyerek karşılamıştı üstad.. İhsan Bey’in yay tekniğinde de bunun geçerli olduğunu düşünüyorum.

İhsan Bey’in en dikkâtimi çeken taraflarından birisi de toplu icrâya getirdiği yeni açılımlardır. Belli bir eserin hangi evresinde hangi sazların baskın çıkacağını, diğerlerinin ona ne şekilde eşleneceği husûsunda, kurduğu Bosphorus Topluluğu’nun müthiş müzikalitesinde çok ileri denemeleri olduğunu düşünüyorum.

Başta Deryâ Türkan olmak üzere sayısız kemençevînin hocası olan İhsan Bey’e Allah’tan rahmet diliyorum…

#İhsan Özgen
3 yıl önce
İhsan Özgen’in ardından
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset