|
İkinci medeniyet krizi, Gazâlî ve Peygamber’siz İslâm projesi

Batılılar, son iki asırda, İslâm dünyasında akademide uygulanmak üzere üç büyük yıkıcı proje geliştirdiler. Kısaca bu üç büyük oryantalist proje şunlar:

Birincisi, İslâm düşüncesinin Gazâlî’yle bittiği masalını yaymak.

İkincisi, Osmanlı’yı unutturmak.

Üçüncüsü de, Hz. Peygamber’in (sav) konumunu sarsmak.

Gerçek Hayat’ta bu üç sorunu ayrıntılı olarak mercek altına alan yazılar yazdım geçtiğimiz haftalarda. Burada kısa bir özetleme yapmak istiyorum. Dileyen okuyucularım sözkonusu yazıları Gerçek Hayat’tan okuyabilirler.

İSLÂM’IN “KURUCU” TEMELLERİNİ YIKMAK!

Burada tedirgin edici mesele şu: Bu üç hedeften ilk ikisini gerçekleştirmeyi -büyük ölçüde- başardı Batılılar ve içimizdeki “İrlandalılar”!

Şimdi Efendimiz’in (sav) konumunu sarsmak için hadislere, sünnete, mezheplere, 1400 yıllık İslâm ilim, irfan ve hikmet birikimine karşı büyük, yıkıcı saldırıyı hayata geçirmekle meşguller Batılılar ve uzantıları! Batılıların bu üç mesele üzerinden Müslüman toplumları hedef tahtasına yatırmasının başlıca nedeni, Osmanlı’nın da, Gazâlî’nin de, Efendimiz’in (sav) de buluştukları çok hayatî ortak bir noktanın olması.

Üç’ü de farklı açılardan, kendilerine göre, “kurucu” konuma sahipler: Hz. Peygamber (sav), akîdevî açıdan, Gazâlî fikrî açıdan, Osmanlı da genelde medeniyet tarihi açısından özelde siyâsî açıdan hem dün “kurucu” roller oynadı; hem de daha önemlisi de yarın yine bu kurucu rollerini oynayacak...

HZ. PEYGAMBER’İN KONUMU, DEĞİŞKENLERİN SÂBİTELERİ YUTMASINI VE DİNİN HAYATTAN UZAKLAŞTIRILMASI TEHLİKESİNİ ÖNLÜYOR...

Kur’ân’ın hitabı, Sünnet’le muhatabını buldu. Sünnet-i Seniyye, Kur’ân’ın ve hitabının, sırasıyla, Mekke sürecinde hayat bulmasını, Medine sürecinde hayat olmasını, Mekke ve Medine süreçlerinin hâsılası demek olan Medeniyet sürecinde ise bütün insanlığa ve varlığa hayat sunmasını sağladı.

İki asırdır yaşadığımız medeniyet buhranın anlaşılmasında, anlamlandırılmasında ve aşılmasında Kur’ân’ı ve hitabını muhatabına ulaştıran Efendimiz’in (sav), dolayısıyla Sünnet-i Seniyye’nin hayatî, belirleyici bir rolü olduğunu idrak edebilecek bir ufka, derinliğe sahip değiliz, ne yazık ki.

Kur’ân asıl, Sünnet usûldür çünkü. Unutmayalım ki, usûlsüz vusûl / varış gerçekleşmez. Usûl yoksa, fusûl / sapma ve savrulma gerçekleşir yalnızca.

Sünnet-i Seniyye, İslâm’ın Kur’ân’da ifade edilen tenzîlî âyetlerini, Efendimiz vasıtasıyla tekvînî âyetlere dönüştürüyor: Kur’ân’la doğrudan ve doğurgan bir irtibatın yol ve yöntemlerini bizzat, bilfiil gözler önüne seriyor.

KİTAB’A UYMAZSANIZ, KİTABINA UYDURMANIZ KAÇINILMAZLAŞIR!

Efendimizin konumu, bu yüzden çok hayatî. O yüzden bu üç saldırının nihâî hedefi, Efendimiz’i devre dışı bırakmak. Oysa Hz. Peygamberi devre dışı bırakan bir din, kısa devre yapar; önüne gelen, din’i, kendi kafasına göre anlamaya kalkar; sonunda, ortada dinden eser kalmaz; herkes din’i kafasına göre yorumlamaya, eğip-bükmeye (protestanize ederek, sekülerleştirerek, dine uyacağına, din’i kendine uydurmaya) kalkar.

Bunun önü alınamaz... Hıristiyanlık, bu şekilde hayattan uzaklaştırıldı ve bitirildi. O yüzden önüne gelen İncil yazıyor Batı’da: Feministler, eşcinseller, ateistler vesaire... Din’i hurafelerden temizleyeceğiz diye yola çıkan Luther ve şürekâsı, dini hayattan uzaklaştıracak yapı taşlarını döşemekten, insanları çağdaş hurafeler çöplüğünün kölelerine dönüştürmekten başka bir şey yapmadılar. Sonuçta, insanlar din’e uyacaklarına, din’i kendilerine uydurdular. Böyle bir sonuç kaçınılmazdı elbette.

Tam bu noktada Efendimizin hayatî önemini tek bir cümleyle özlü bir şekilde şöyle ifade edebiliriz burada: Efendimiz (sav) Kur’ân’ın sâbitelerinin değişkenler tarafından yutulmasını ve değişkenlerin sâbite katına yükseltilmesini önlemiştir: Âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin sırrı da işte burada gizlidir.

KRİZİ AŞMANIN YOLU...

İşte Gazâlî, Grek, Hint, Mısır ve Mâverâünnehir havzalarında düşünce ve inanç geleneklerinin İslâm’ı dönüştürme tehlikesini görerek, değişkenlerin sâbiteleri yutmaması için bir ümmîleşme çabası başlatmış, özgün İslâm düşüncesinin temellerini atmış, gelmekte olan krizin aşılmasında kurucu, konumlandırıcı ve koruyucu roller üstlenecek sütunları dikmişti.

Selçuklular, Eyyûbîler, özellikle de Osmanlılar’ın İslâm’ın kurucu kaynaklarına sımsıkı tutunarak gerçekleştirdikleri uzun soluklu yolculuk, değişkenlerin sâbiteleri yutmasının önündeki bütün engelleri bertaraf eden, sâbitelerin değişkenleri yorumlamasının önünü sonuna kadar açan Ehl-i Sünnet Omurga’nın inşasıyla gerçekleştirilen, bin yıl İslâm dünyasını dimdik ayakta tutan ve dünya tarihini Müslümanların yapmasını mümkün kılan bu ümmîleşme çabasını sarsılmaz bir ümmetleşme gerçeğine dönüştürmüş, yeryüzünde yaklaşık bin yıllık Müslüman Dünya Düzeni’nin hâkim olmasını sağlamıştır.

Özetle... Batılılar, İslâm dünyasını, dolayısıyla İslâm’ı nereden vuracaklarını çok iyi biliyorlar: Kurucu temelleri yıkmak.

Biz biliyor muyuz?

Hayır!

Biliyor olsaydık, İslâm’ın insanlığa sunduğu diriltici ruhun usulünü gösteren Hz. Peygamber’e, onun izinden giden Ehl-i Sünnet omurgaya, cemaatlere, tarikatlere yapılan saldırıların amacının İslâm’ın altını oymak, İslâm’ı devletten ve toplumdan uzaklaştırmak olduğu gerçeğini görebilirdik!

İkinci medeniyet krizinin aşılması, İslâm’ı hayattan, kültür, sanat, düşünce dünyasından uzaklaştıracak İslâm’ı Protestanlaştırma projesinin püskürtülenilmesine ve zihnimizin çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüştürülmesinin önlenebilmesine bağlı.

Bunların yolu da, İslâm’ın kurucu kaynaklarını ve taşıyıcı vasıtalarını iyi koruyup çağın sorunlarını vahyin ışığında anlayıp aşabilecek güçlü bir medeniyet fikriyatının ve külliyatının ortaya konulmasına bağlı -fikirden sanata, kültürden edebiyatın bütün alanlarına kadar- her alanda...

Vesselâm.

#İslam
#Gazali
#Batı
#Hz.Peygamber
#Kur'an-ı Kerim
4 yıl önce
İkinci medeniyet krizi, Gazâlî ve Peygamber’siz İslâm projesi
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti