|
Kağıttan Hayatlar kimin ağıdı?

Sinema salonlarının kapalı olduğu dönemde neyse ki dijital mecralar var da film izleyip konuşabiliyoruz. Bütün dünyada sinema salonlarının en büyük rakibi haline gelen ve izleyici alışkanlıklarını belirlemekle kalmayıp beğeni tasarımını da üstlenir hale gelen Netflix, Türkiye’de son dönemde peş peşe filmler yayınlıyor. Geçtiğimiz aylarda Azizler’in yayınlanmasının ardından Kağıttan Hayatlar da görücüye çıktı. Çağatay Ulusoy’un başrolünde yer aldığı film sosyal mecralarda ses getirdi.


Daha önce Ayla ve Müslüm filmlerinden tanıdığımız Can Ulkay’ın yönettiği filmin senaristi de Behzat Ç. ve Saygı dizilerinin senaristlerinden Ercan Mehmet Erdem.

En başta bir şet ifade etmek isterim. Ülkemizde filmler değerlendirilirken ciddi bir usul sorunu yaşanıyor; ticari filmleri arthouse sinema kıstaslarına vurmak ya da arthouse sinemayı gişe ve genel izleyici beklentisiyle değerlendirmek...

Her ikisi de ciddi sorun. Kabul edelim ya da etmeyelim filmleri temelde birbirinden ayıran ve film dilinden, yönteminden pazarlamasına kadar her başlıkta farklılık arz eden iki yol var. Birine ticari (gişe, konvansiyonel/endüstriyel, merkez) sinema, diğerine de arthouse (bağımsız, sanat) sinema deniyor.

Kağıttan Hayatlar’ın ticari bir yapım olduğunu en başta belirtelim. Değerlendirmeleri de bu bağlamda sağlıklı bir zeminde ilerletelim.

Yönetmen Can Ulkay’ın çok izlenen filmlere imza atmış olması, bir ‘yönetmen sineması’ndan bahsedebileceğimiz anlamına gelmiyor. Filmlerinin ortak bir yöntemi olduğunu söyleyebiliriz. Hatta, Ayla ile Kağıttan Hayatlar birbirinden farklı senaryolara sahip olsa da neredeyse aynı yöntemle hayata geçmiş olmasının bu açıdan sorun teşkil ettiği söylenebilir.

Senaryodan başlamak üzere filmde tatmin etmeyen başlıklar silsilesi karşımıza yığılıyor. Çağatay Ulusoy’un canlandırdığı Mehmet karakteri süprizli sona doğru ilerlerken klişelerle örülü sahnelerde izleyiciyi zorluyor. Açıkçası ben sonu tahmin ettim fekat ‘o kadar da değildir’ şeklinde hüsn-ü zan beslediğim için pek de sürpriz olmadı. Netflix’in kadrolu oyuncusu haline gelen Ulusoy’un projeye gerçekten inandığı ve kendini rolüne adadığı belli oluyor. Lakin ‘büyük oynamak’ dezavantaja dönüştüğünden izleyici ile arasındaki bağ zayıflıyor. Ali karakterini canlandıran çocuk oyuncu Emir Ali Doğrul’u ise tebrik ediyorum. Gayet güzel iş çıkarmış.

İsminden de anlaşılacağı üzere kağıt toplayıcılığı yapanların hayatına yakından bakmayı amaçlayan filmin sanat yönetimi ve sinematografisi sebebiyle bir türlü ikna olamıyoruz. Özenerek yapıldığına dair şüphe duymadığım her iki alandaki abartılı uygulamalar, filmi sahicilikten uzaklaştırıyor. Kamerayı duygu alınacak noktaya fazlasıyla yaklaştırmak gibi bir adet edinen yönetmen, film boyunca izleyiciyi manipüle etmeye çalışıyor.

Senaryo, son dönem dizilerinin bakış açısını tekrar etmekten kendini alamamış. Toplumun dezavantajlı kesimiyle empati kurma iddiası, sinemadaki klasik anlatının ipuçlarının peşinde kekremsi bir havaya bürünüyor. Saygı dizisinde de olduğu gibi anlatmak istediği şeye yabancı, ‘mış gibi yapan’ bir dil ortaya çıkıyor. Filmin anlamını da zedeleyen bu durum izleyicide yabancılaşma etkisi oluşturuyor.

Başta da söylediğim gibi; bir filmi doğru yere koyup değerlendirmek gerekir. Ancak Kağıttan Hayatlar, tam da arada bir iş. Bugüne kadar hep ‘yapımcı filmi’ yapan yönetmenin Netflix şartlarında da bu sınırda kaldığı anlaşılıyor. Netflix’in ‘izleyici beğenisi’ şeklinde duyurduğu algoritmaya göre yazılması gereken senaryonun filme alınma gereklilikleri de benzerlik arz ediyor. Sonuçta, duygu taşıması muhtemel bir hikayenin Netflix şartlarına heba edildiğini söyleyebiliyoruz.

#Kağıttan Hayatlar
#Film
#Netflix
#Azizler
#Çağatay Ulusoy
#Can Ulkay
#Emir Ali Doğrul
#Senaryo
#Saygı
3 yıl önce
Kağıttan Hayatlar kimin ağıdı?
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti