|
Kültür dünyamızın hurdacıları

Allah her ikisinin de mekânlarını cennet eylesin. Annem de, teyzem de nüktedandı. Ne zaman bir araya gelseler, neşeli sözlerle, çeşit çeşit fıkralarla sohbeti koyulaştırırlardı. Yine böyle bir sohbet esnasında sokaktan geçen eskici “Hurdacı, hurdacı!” diye bağırmaya başlayınca rahmetli teyzem şöyle seslendi: Yukarıda iki hurdalık var, gel al.”

Aslı Farsça olan “hurda” veya “Hurde” sözü birçok anlama geliyor. İsterseniz “Kubbealtı Lügati”ni açalım ve kaç türlü hurda yahut hurde varmış bakalım.

Hurda ufak, küçük mânâsına geldiği gibi, işe yaramaz durumdaki döküntü eşya için de kullanılır. Hurda demir gibi… Kırıntı, döküntü halindeki madeni eşya da yine bu kelimeyle ifade ediliyor. Kırıntı aynı zamanda argoya da girmiş olup esrar anlamına geliyormuş. Ayarı bozuk, züyuf paraya da eskiden hurda akçe deniliyormuş. Bir eşyayı veya malı hurda fiyatına satmanın, çok düşük fiyatla elden çıkarmak olduğu zaten biliniyor. Vücutça çok yıpranmış olan kimse de bu haliyle hurdaya çıkmış oluyor. Bizim memleketin ilçelerinden birinde, daha çok yaşlıların ve emeklilerin devam ettiği büyük bir kahvehaneye – kimin aklına geldiyse- “hurdalık” adı verilmiş. Minel garâib!.

Bu kelimeyi biraz daha inceltip yine Farsça anlamıyla “hurde” diyelim. Biliyor musunuz, elmas kırıntısına, altın tozuna hurde denildiği gibi, ince anlamlı, nükteli sözler de – keza- aynı mânâyı taşıyor. Tezhipte çok ince süsleme motiflerine de hurde deniliyor. Tarikatlerde uyulması gereken âdâb ve usul de “hurde-i tarik” ifadesiyle dile getiriliyor.

Eskiden gözle görülmeyen ufak şeyleri gösteren âlete, yani mikroskoba da “hurdebîn” adı veriliyordu. “Hurdebin-i huveynat” ise, gözle görülmeyen çok küçük hayvanları, yani mikropları teşhis eden âlet dmektir. Hurde-fürûşe gelince, bununla da hem ufak – tefek şeyler satan çerçi, hem de kendini olduğundan büyük göstermeye çalışan cühela takımı kastediliyordu. Nitekim kendini bilgiliymiş gibi gösteren, bilgiçlik taslayan kimselere de – bilindiği üzere- mâlumat- füruş” diyoruz. Kırıntı, döküntü toplayan, fakirin adı da “Hurde-çin”dir. İncelikten anlayan, sözde gizli anlam arayan kimseye “Hurde-gir” adı verildiği gibi, sanatkârca iş yapan ustalardan da “Hurde-kâr” diye söz ediliyor. Bir ilavede daha bulunayım: Efendim, ince şeylerden anlayan, dikkatli ve rikkatli zatlara da “Hurde-şinas” tesmiye ediliyor. Mûsıkişinas kulakları dinlendirdiği gibi, hurdeşinas da iç dünyasındaki güzellikleri dillendirir. Unutmadan söyleyeyim, astronomi bilginlerinin eski adı da “Heyet-şinas” idi. Bizde en ünlü astronomi âlimlerinden biri de “Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel!” sözünü her dem terennüm eden Hoca Tahsin Efendi’dir ki, hem “Esas-ı İlm-i Heyet” diye bir eser kaleme aldı, hem de İstanbul Valiliği’nin karşısındaki Sıbyan Mektebi’nde yıllarca astronomi dersleri verdi. (Bu zat hakkında “Ayaklı Kütüphaneler” isimli kitabımda daha ayrıntılı bilgiler bulunuyor.)

Yine hurda bahsine dönecek olursak, harf inkılabıyla birlikte eski yazılı kitaplara savaş açılınca, bazı hurdacılar devreye girip kurtarma operasyonunu başlattılar. Çok ucuz fiyatlarla satın aldıkları, hatta hiç para vermeden sahip oldukları nice kıymetli eserleri arabalarına koyup kitapçıların yolunu tuttular. Bunları sahaflara ve eski kitapçılara ehven fiyatla sattılar. Onlar da yok pahasına aldıkları bu eserleri, yüksek fiyatlarla erbabına ulaştırdılar. İşte, hurdacıların kültür dünyamıza olan katkılarından biri de budur. Bugün bile aynı hizmetin örneklerine rastlayabiliyoruz. Beş altı yıl önceydi. Beyoğlu’nda dükkânı bulunan tanıdığım bir eski kitapçı, bir gün, bir hurdacının arabasındaki evrak-ı perişanı karıştırırken Kâtip Çelebi’nin, dünyaca meşhur “Cihannüma” isimli coğrafya kitabıyla karşılaşıyor. Derhal çok ucuza satın alıp astronomik bir fiyata satıyor.

Asıl söylemek istediğim konuya gelince, işte bu “hurde” kelimesi bazı kitaplara isim olma hakkını bile kazanıyor. Meşhur lügat bilginimiz Şemseddin Sami, “Hurde-çin” adıyla 56 sayfalık bir kitap yazdığı gibi, klasik edebiyatımızın ünlü ismi Muallim Naci de, “Hurde-füruş” namıyla 48 sayfalık bir risale neşretti. Her ikisi de Farsça beyitlerin açıklanmasından ibarettir. Bu dini, tarihi, edebi izahlar, okurun hafızasına nakış gibi işlenmektedir. Öyleyse, “Hurde-çin”den nakledeceğimiz bir öernekle bu bahse son verelim; on altıncı “hurde” şöyle:

“Herkesin kendisiyle iftihar ettiği o zat, zamanın kutbuydu. Dünyada onun bir benzeri yoktu. Beş yüz yedi tarihinde dünyaya gelmişti. Altı yüz on birde dünyadan gitti.”

Bu anlamdaki Farsça beyti, Şemseddin Sami merhum şöyle açıklıyor:

“Bu tarih, (beyit) kutbü’l-ârifin Şeyh Feridüddin Attar hakkında söylenmiştir. Hazret, Cengiz Han’ın ordusuna mensup bir Moğol tarafından esir edildiği sırada 104 yaşındaydı. Moğol, kendisini öldürmeye hazırlanırken diğer bir Moğol askeri, bu ihtiyarın Müslümanlar arasında meşhur bir zat olduğunu, fidye olarak Müslümanlardan çok akçe alabileceğini hatırlattı. Moğol, öldürmekten vazgeçip, fidyesini bulmak için Hazreti Şeyh’i gezdirmeye başladı. O sırada hamiyetli bir zat ortaya çıkıp yüz bin altın teklif edince Şeyh, Moğol’a şöyle dedi: “Bu, benim kıymetim değildir. Tam değerini bulmadıkça satma.” Moğol daha fazla veren birini bulurum ümidiyle Şeyh’i gezdirmeye devam etti. O esnada sırtındaki saman torbasıyla oradan geçen bir fakir, “Şu ihtiyarı bana bağışla, sana şu samanı vereyim” deyince Hazreti Şeyh Moğol’a, “İşte, benim değerim budur, sat” demiş. Fena halde öfkelenen Moğol, Feridüddin-i Attar hazretlerini katletmiş.

Böyle risaleleri, hurda teferruat diye küçümsememek gerekiyor.

#Kültür
3 yıl önce
Kültür dünyamızın hurdacıları
Berber Osman’ın emekli maaşlarına ilişkin düşündüren analizi
Zihniyet testi...
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!