|
Kuranıkerim’i anlamakla Kur’an’dan anlamak ayrı şeylerdir

‘Kur’an bize yeter’ retoriğinin sahiplerinden en azından bir kısmının sıkça dile getirdikleri ifadelerden biri, Kuranıkerim’in herkesin rahatlıkla anlayabileceği çok kolay bir kitap olduğudur. Bu kabulün doğru denebilecek bir yönü olabilir ama her bakımdan doğru değildir.

Önce bunun Kuranıkerim’den dayanağı Kamer Suresi’nde dört kez tekrarlanan, ‘hakikaten biz Kuran’ı zikir için çok kolay kıldık, var mı bir ders alan?’ anlamındaki ayeti kerimedir. Bu ifade Kuranıkerim’in herkesin anlayabileceği çok kolay bir kitap olduğunu mu anlatır? ‘Zikir için’ çok kolay olması onun anlaşılmasının çok kolay olduğu anlamına gelir mi? Dikkat edilirse, tek başına bunu anlamak bile çok kolay değildir. Biz bir başka ayetten, Duhân/44, 58 den bir nebze anlayabiliyoruz ki, buradaki ‘zikir’ ‘tezekkür’, yani düşünüp ders alabilmektir. Bunun çok kolay olması da Kuranıkerim’in ilk muhataplarının diliyle gelmiş olmasındandır. Yani zikir için kolay olması, onun bütünüyle anlaşılmasının herkes tarafından kolay olması demek değildir, dili bilinirse ve ön yargısız düşünülürse ondan ders alınmasının kolay olabileceği demektir. Çünkü anlama ile düşünüp ders alabilme, hatta inanma farklı şeylerdir. Düşünüp ders alabilmenin önünde pek çok engel vardır. Bu engeller olmasaydı Ebucehil onu bizden çok daha iyi anlayacaktı. Yanlış bilgiler, ön yargılar, başka bir inanca, meşrebe ve mezhebe iman düzeyinde saplantı, propagandalar sebebiyle İslam’a ve müslümanlara duyulan kin ve nefret ve benzerleri tezekkürü, yani düşünüp ders alabilmeyi zorlaştırır, hatta engeller.

Yukarıdaki kabulün doğru olan yönü, işte bu engellerden sıyrılabilenlerin, hangi bilgi ve zekâ düzeyinde olurlarsa olsunlar, Kuranıkerim’den kendine düşen kadarını anlayabileceği ve ‘düşünüp ders alabileceği’ gerçeğidir. Yoksa herkesin Kuranıkerim’i anlayabileceği demek değildir. Elmalılı merhum, Âl-i İmran/3, 7. ayeti sebebiyle muhkem ve müteşabihi anlatırken, tek tek şu ayetlerin muhkem, şunların müteşabih olduğunun söylenemeyeceğini, her bir ferdin bilgi, anlayış ve iman düzeyi arttıkça onun için muhkemlerin çoğalıp, müteşabihlerin azalacağını anlatır. Yani her ayet herkes için muhkem ya da müteşabih değildir.

İmdi, Kuranıkerim’i anlama yolunda olan iki farklı insan düşünelim. Biri onun indirildiği dili -bugünkü Arapça’yı kast etmiyorum- biliyor, diğeri ise onu meallerle anlamaya çalışıyor. Bunlardan birincisi onun bütünüyle ne dediğini olmasa da diline vakıf olduğu oranda sözel anlamını anlayacak ve diğer engeller yoksa anladığı kadarını da düşünüp ona inanabilecektir. Anlama şartlarını oluşturmayı sürdürdüğü oranda da Kuranıkerim’den anladıkları sürekli artacaktır. İkincisi ise sadece okuduğu meali yapanın anladığından ve onu da kendi anladığı kadarıyla anlayacaktır. Ama isterse o da onun dilini öğrenecek, ya da bilene soracak, anlayıp yaşadıkça ve inandıkça da anladıklarını çoğaltacak ve bu konuda diğerinden farkı kalmayacaktır. Bu mesele her açıldığında hep doksanlı yıllarda duyduğum şu diyalog aklıma gelir:

Kuranıkerim’e göre anlama beynin değil kalbin işidir.

Hayır, beynin işidir, çünkü Kur’an, anlamayanlara beyinsizler diyor.

Bunu hangi ayet söylüyor?

A’râf/7, 155 te ‘içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eder misin Ya Rab’ denmiyor mu?

Orada geçen kelime ‘beyinsizler’ değil ‘süfeha/sefihler’ kelimesidir. Senin okuduğun meal bu kelimeyi beyinsizler diye çevirdiği için sen de anlamayanların beyinsizler, anlamanın da beyinle olduğunu sanmışsın.

Kuranıkerim’i anlamada muhkem ve müteşabih kavramları anahtar düzeyinde iki temel kavramdır ve bunların geçtiği ayetlerde Allah anlama ile ilgili üç önemli kavram daha zikreder: Rasihûn, tezekkür ve ulü’l-elbâb. Rasihûn, gereken bilgiyi sonuna kadar götüren âlimlerdir. Tezekkür, bilinenleri akla getirmekle anlamanın tefekkür boyutudur. Ulü’l-elbâb ise bu iki özelliği oluşturan âlimlerin birlikteliği ile oluşan ortak akıldır. Ya da ulü’l-elbâb’ın özelliği, ilimde râsih olma ve tezekkürle birlikte, ilimleriyle gururlanmadan, tevazu gösterip, Allah ne derse ona imanlarını vurgulamalarıdır. Bütün bunlarla birlikte ‘rasihûn’ ve ulü’l-elbâb’ olabilmek için münferit davranmama, ortak aklı kullanma gerekir. Belki buna işaret olarak bu kelimeler Kuranıkerim’de böyle yerlerde hep çoğul olarak kullanılır.

‘Rasihûn’ ve ulü’l-elbâb’tan olma kolay değilse Kuranıkerim’in tefekkür, toplum ve felsefi boyutunu anlamak da kolay olmasa gerektir. Her şeyden önce ilim, tevazu ve teslimiyet ister.

#Kuran
#Ayet
#İslam
4 yıl önce
Kuranıkerim’i anlamakla Kur’an’dan anlamak ayrı şeylerdir
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…