|
Kurumların özgün çözümleri ve yeni Türkiye

STK’ların altın çağı 1990’larda iki kutuplu dünyanın -sona ermesiyle başlar. İdeolojik gruplar STK’laşma yönünde çok cesur adımlar attı. Emperyal merkezlerin temsilcisi olan yapılarla kurulan temas bu grupları dönüştürdü ve geleneksel kimliklerde aşınma yaşandı. STK’lar birtakım iktisadî zorunlulukları beraberinde getirdiği için kendiliğinden oluşan lider kadrolar kısa zamanda iktisadî kapasiteye göre belirlenmiş oldu. İdeolojilerin kısa zamanda tasfiye olmasında sosyal ilişkilerin değişen karakterinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Tahrip edici küreselleşme çok sert bir değişim yaşanmasına sebep oldu ve yereli kimliksizleştirdi. Emperyal merkezler kurumlara nüfuz ederek klasik yapıları dönüştürdü.

Emperyal merkezlerin Türkiye’ye nüfuzu açısından liberalizmin güçlenmesi gerekiyordu ve birçok klasik düşünce geleneği bu süreçten payını aldı. STK’lar yeni güç merkezleri oluşturarak değişimde önemli bir rol oynadı. Bu, Türkiye’ye özgü bir gelişme değildi. STK’lar sayesinde toplumların hareketlendirilmesi hedeflenmişti ve yakın coğrafyamızdaki örnekler yeni yapılanmanın önemini ortaya koyuyordu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra CIA tarafından organize edilen darbelerde basının önemi büyüktü fakat 21. yüzyılda daha etkili araçlar ortaya çıkmıştı. Emperyal merkezlerle çok daha güçlü ilişkiler söz konusuydu. Kamuoyunun şekillenmesinde farklı merkezler etkili olabiliyordu. Şirketler, bankalar, dernekler, kurumlar, gazeteler, televizyonlar küresel ilişkilerin bir parçası hâline geldi.

Türkiye’de yerlilik ve millîlik kavramları kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Salgının bütün dünyayı etkilediği bir dönemde bu kavramlarla birlikte gündemimize gelen yeni fikirlerin önemi bir kez daha ortaya çıktı. Kültürleri, ülkeleri, iklimleri ve coğrafyaları aşan ortak bir davranıştan mı bahsediliyor yoksa Türkiye’ye özgü bir çözüm mü söz konusudur? Liberal çevrelerin bilim vurgusuyla bütün dünyayı ortak uygulamalara zorlamasına rağmen bilim dünyasının kendi içinde de görüşler çok hızlı bir şekilde gelişti ve değişti. Bundan başkası da mümkün olmazdı çünkü bilinmeyen bir düşmandan bahsediliyor ve üretilen bilgilerin farklılıkları vurgulanıyor. Doğal olarak salgına karşı özgün çözümler üretmeyi başaran ülkeler bir adım önde bulunuyor. Nitekim Sağlık Bakanı Koca, başından itibaren filyasyon yönteminin takip edildiğini ve bunun Türkiye’yi başarıya götürmekte olduğunu söyledi. Genel tarama yapılmadığı, vak’aların titizlikle takip edilip oluşan saçakların tespit edildiği anlaşılıyor.

İlk vak’anın tespit edildiği günden itibaren takip edilen yöntemin bize özgülüğü, başarısızlık durumunda çok büyük tartışmalara yol açabilirdi. Sürecin hassasiyetini göz önünde bulundurduğumuzda başarısızlığı gözleyenlerin varlığından şüphe etmemek gerekir. Buna rağmen geleceğe dair belirsizliklerin de aynı derecede dağılmaya başladığını söyleyebiliriz. Salgınla birlikte eski dünyanın geride kalacağı ve yeni bir dünyanın ortaya çıkacağı yönündeki öngörüler, bir belirsizliğe de işaret ediyordu. Sağlık Bakanlığı’ndan sonra Tarım Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı salgın sonrasına yönelik birtakım adımlar atmaya başladı. Hazine ve Maliye Bakanlığı zaten küresel saldırılarla mücadele ettiği için Türkiye’ye özgülük bakımından ciddî bir tecrübeye sahipti. Her bir bakanlığın, başkanlıkların ve diğer kurumların geliştireceği yeni projeler, kurumlar üzerinden geliştirilen ve yaygınlaştırılan bağımlılık ilişkilerini etkisizleştireceği gibi geleceğe dair bir bakış açısı da sunacaktır. Bu türden faaliyetler fikrî belirsizlikleri ortadan kaldırma potansiyeli de taşır.

Türkiye’nin değişimini salgın ile başlatmak elbette haksızlık olur. Türkiye bu yolda mesafe kat ettiği için yerlilik ve millîlik, bekâ meselesi gibi son yıllara damgasını vuran kavramlar ortaya çıktı. Hatta bunların yeni bir akıma işaret ettiğini dahi söyleyebiliriz. İdeolojiler, çözüm arayışının neticesinde ortaya çıkmıştı. Yerlilik ve millîk arayışlarının kurumsal reflekse dönüştüğü ortamda savunmacı bir karaktere sahip olan ideolojilerin etkisizleşmesi tabiî sonuçtur. Osmanlı münevverleri de Tercüme Odası’nda yetişmişti. Kurumlardaki değişimin kendi münevverini yetiştireceğini söylemekle çok büyük iddiada bulunmuş olmayız.

Türk milletinin, 15 Temmuz 2016 gecesi elde ettiği başarı her alanda etkisini göstermeye devam ediyor. 15 Temmuz hakikaten Türk milletinin millî günüdür.

#STK
#Türkiye
#15 Temmuz
#Millet
#CIA
4 yıl önce
Kurumların özgün çözümleri ve yeni Türkiye
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’