Üçüncü nokta olan Libya’da Kaddafi’ye karşı 2011’de başlayan ayaklanmalar sırasında Türkiye oldukça mutedil davrandı. Taraflara itidali önerirken, insani yardım konusunda da dünyaya örnek operasyonlar gerçekleştirdi. Ama ne olduysa, birden sahaya Türkiye’nin tanımadığı güçler sürüldü. Olmadı, ABD’nin yıllarca beslediği Halife Hafter öne çıkarılıp Libya’da büyük bir fitne ateşi yakıldı.
Her yerde aynı taktik uygulandı. Önce terör yaygınlaştırıldı. Halk, siyaset, yönetimler; hemen herkes korkutuldu. Sonra sahneye sahte kurtarıcılar çıkarıldı. Ülkeyi bütünleştirmek iddiasında olan Hafter eliyle Libya bölündü ve tehdit Trablus, Mısrata sınırlarına dayandı.
Şimdi gelelim can alıcı soruya: Türkiye, BM’nin tanıdığı Libya’nın meşru hükümeti olan Trablus’a yardım için bölgeye asker göndermeli mi? Orada Katar’da olduğu gibi bir üs kurmalı mı?
Savaşı hiçbir yazımda savunmadım. Burada da asla savunmuyorum. Savaş çığırtkanlığını da ahlaksızca bulurum. Ama savaş narası atanlara karşı anladıkları dilden konuşulmasının gerektiğine inanırım.
Dahası, başı her sıkıştığında Akdeniz Türkeri’nin sığınma adası olan Libya’ya karşı vefa borcunu ödemektir.