Osmanlı’dan beri Avrupa ülkelerinin diplomatik baskılarını biliyoruz. Bu baskının zaman zaman şiddetlendiği de bilinir. Özellikle Balkanlar'da Bulgar ve Yunan mezaliminin şiddetlendiği dönemlerde “dış güçler” asilere kol kanat gerer, haklının hakkı yerde kalırdı. Tarihimizi okurken bu anlara dair hatıralar çoğu zaman boğazımıza yumruk gibi oturur, bir türlü yutkunamazdık. Çünkü iktisadî hayatımız da onların elindeydi. İstanbul ve İzmir gibi şehirlerimizdeki burjuvazinin kimliksizliği ya da Avrupalılar gibi olma sevdası, Rum vatandaşlarında olduğu gibi taraf olma becerisinden kaynaklanıyordu. Millî burjuvazinin yokluğu bizim için de bir sorun olmuştur.
Yunanistan, Avrupa Birliği'ne girdi ve zengin oldu diyerek yeri göğü inleten Türk liberalleri aynı ülkenin yaşadığı iktisadî felaket karşısında sessiz kalmayı tercih etmişti. Hâlbuki Yunanların tembelliği ile alay edilmesinin oryantalist bir bakışa karşılık geldiğini görmeleri gerekirdi. Çünkü onlar da Yunanlar gibi Avrupa veya ABD burjuvazisinin hizmetine girmeyi bir kimlik sorunu olarak görmedi. Kısa vadeli kişisel hesaplarına odaklandılar. Bu, hem bireyler için hem de örgütlü yapılar için geçerli bir odaklanma sorunudur. Çıkar hesaplarına uluslararası veya küresel bir genişlik kazandırdıklarını düşünmüş olmalılar, Yunanistan örneğinden alınacak dersleri unutarak.