|
Nefsini emperyalistlere teslim edenler kaybetti ve kaybedecek
Yunanistan ve umum gayr-i Müslim Balkan milletleri Batılılaşmayı bizim gibi sorun olarak görmedi. Bunun aksine Rus entelijansiyası Batılılaşmayı bir sorun olarak gördü ve Tolstoy gibi büyük yazarlar, Rusya’nın ve Rus ruhunun ne olduğu konusuna kafa yordu. Fakat Yunanistan, Türk düşmanlığı ile hareket ettiği için Batı Avrupa kültürünün, Latin ve Germen dünyanın nüfuzuna itiraz etmedi.
Lord Byron, romantik bir şairdi ve Britanya imparatorluğunun emperyalist yayılmacılığına gönülden inanmıştı.
Her ne kadar romantizm, klasisizmin evrenselci perspektifi ile zıtlık içerisinde olsa da Britanyalılar, adayı merkeze alarak küresel bir bakışa ulaşmıştı. Onlar,
antikite üzerinden Yunan’ı iç etmişlerdi.
Yunanlar bundan rahatsızlık duymadılar ve Türk düşmanlığını Avrupa’nın hizmetine sundular, entelektüel düzeyde de Latin ve Angloskson nüfuzuna göz yumdular.
Osmanlı, emperyalizmle mücadelenin merkezindeydi
Türkiye, emperyalist Batı Avrupa ülkeleri ile mücadelenin merkezinde olmaktan hiçbir zaman yüksünmedi. Bu, Haçlı Savaşları döneminde olduğu gibi emperyalist dönemde de böyleydi. Ortodokslar ise “Şehirde Latin külahı görmektense Türk sarığını yeğlerim” düşüncesini bir kenara bıraktılar ve emperyalist Batı Avrupa ülkelerinin imparatorluk hayallerine koşulmayı bir kimlik meselesi olmaktan çıkardılar. Biz tercihlerimizin bir sonucu olarak büyük bir kimlik bunalımı da yaşadık.
Fakat özellikle Yunan kimliği emperyalizmin güdümünde olmayı yadırgamadı.
Çek ve Slovakların 19. yüzyıldaki kimlik mücadelesinin bir benzeri Yunanistan için geçerli değildir. Çek ve Slovak hatta Fin romantikleri dağ bayır gezerken, Yunanlar Britanyalı veya Fransız romantiklerin Yunanistan’ı istila etmesinden memnuniyet duydular. Bu tercihin iktisadî dayanakları da vardı. Osmanlı coğrafyasında ticaretle meşgul olan Rum vatandaşlara Avrupa burjuvazisi ayrıcalıklı bir muamelede bulunabiliyordu.
Byron, kelimenin gerçek anlamında burjuvazinin temsilcisiydi ve Yunanistan’ı inşa edenler Batı Avrupalılardı.
Bunun, mutlaka Yunanistan için de bir sonucu olacaktı.

Osmanlı’dan beri Avrupa ülkelerinin diplomatik baskılarını biliyoruz. Bu baskının zaman zaman şiddetlendiği de bilinir. Özellikle Balkanlar'da Bulgar ve Yunan mezaliminin şiddetlendiği dönemlerde “dış güçler” asilere kol kanat gerer, haklının hakkı yerde kalırdı. Tarihimizi okurken bu anlara dair hatıralar çoğu zaman boğazımıza yumruk gibi oturur, bir türlü yutkunamazdık. Çünkü iktisadî hayatımız da onların elindeydi. İstanbul ve İzmir gibi şehirlerimizdeki burjuvazinin kimliksizliği ya da Avrupalılar gibi olma sevdası, Rum vatandaşlarında olduğu gibi taraf olma becerisinden kaynaklanıyordu. Millî burjuvazinin yokluğu bizim için de bir sorun olmuştur.

Dindar muhafazakâr yapılar ve emperyalizme koşulmak
ABD ile birlikte on ülkenin Türkiye büyükelçilerinin bir Türk vatandaşı için ortak bildiriye imza atmasını tarih perspektifinden daha iyi anlayabiliriz.
“Dış güçler” geçmişte de din ve mezhep bağları üzerinden Türk vatandaşlarına sahip çıkarlardı.
Fakat bu kez şaşırtıcı olan, içeridekilerin dışarıdakilerle birlikte hareket etmeye can atmasıdır. FETÖ hadisesini bütün yönleri ile ayrıştırıp yeniden tasnif ettiğimizi zannetmiyorum. Dolayısıyla ulaştığımız sağlıklı sonuçlardan da bahsedemiyoruz. Sivil toplum kurumlarının olağanüstü hareketliliği ve birtakım yükler altına girmeleri tartışma konusu olmak zorundadır. Bu örgüt dindar muhafazakâr kimliği ile insanımızı ifsat etti.
Takip edenler de Türkiye’nin hak ve menfaatlerini ihlal etmeye çalışan “dış güçler”in karşısına güya halkın sofrası
nı çıkarıyor. Hâlbuki bu ikisinin birbirinin zıttı olamayacağını en sıradan insan dahi bilir. Hatırlamak isteyenler de Kurtuluş Savaşı günlerine baksın.

Yunanistan, Avrupa Birliği'ne girdi ve zengin oldu diyerek yeri göğü inleten Türk liberalleri aynı ülkenin yaşadığı iktisadî felaket karşısında sessiz kalmayı tercih etmişti. Hâlbuki Yunanların tembelliği ile alay edilmesinin oryantalist bir bakışa karşılık geldiğini görmeleri gerekirdi. Çünkü onlar da Yunanlar gibi Avrupa veya ABD burjuvazisinin hizmetine girmeyi bir kimlik sorunu olarak görmedi. Kısa vadeli kişisel hesaplarına odaklandılar. Bu, hem bireyler için hem de örgütlü yapılar için geçerli bir odaklanma sorunudur. Çıkar hesaplarına uluslararası veya küresel bir genişlik kazandırdıklarını düşünmüş olmalılar, Yunanistan örneğinden alınacak dersleri unutarak.

Türkiye en zor zamanlarında dahi diplomat baskılarına boyun eğmemişti. Bu, Cemil Meriç’in ifadesi ile
nefs
mücadelesi idi. Nefsini teslim edenler kaybetti ve kaybetmeye devam edecek.
#Yunanistan
#Avrupa Birliği
#Türkiye
2 yıl önce
Nefsini emperyalistlere teslim edenler kaybetti ve kaybedecek
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler