|
Osmanlı padişahlarına yapılan iftiralar

Cumhuriyet devrinde yaşayıp da Osmanlı padişahları hakkında eser kaleme alanlar yahut muhtelif makaleler yayımlayanlar – en basit ifadesiyle- insafsızlar ve insaflılar diye ikiye ayrılıyorlar. İnsafsızlar grubuyla başlayacak olursak, bunlar Osmanlı hükümdarlarına iftira etmekte, yalan yanlış isnatlarda bulunmakta o kadar ileri gidiyorlar ki, meslektaşları olan kindar ve garazkâr Batılı tarihçileri bile şaşırtıyorlar. Gerek cehaletlerinin sonucu olarak, gerekse devrin idarecilerine yaranmak ve dalkavukluk yapmak için tarihi hakikatleri çarpıtan bu güruhun kimlerden oluştuğunu anlatmak için ayrıca koca bir kitap yazmak gerekiyor.

Esefle belirtelim ki, bu tiplerin arasında milliyetçiliğiyle, vatanseverliğiyle ve benzeri özellikleriyle tanınan, bilinen bir takım kalem erbabı da bulunuyor. Bu konuyla ilgili cümleleri sıralamak sütunumuzun sınırlarını zorlayacağı için birkaç örnekle yetinmek istiyorum:

Geçen gün Divan Edebiyatı’nın üstad şairlerinden ve Osmanlı sadrıâzamlarının en değerlilerinden biri olan Koca Ragıp Paşa hakkında bilgi edinmek için “Meşhur Adamlar Ansiklopedisi”nin ilgili maddesini okumaya başladım. Hayret ettim, İbrahim Alaaddin Gövsa, “Koca Ragıp Paşa Sultan III. Mustafa’nın kız kardeşi Saliha Sultan’la evlendi” dedikten sonra -neden icap ettiyse- “Padişahlar budala ve müstebit idi” deme ihtiyacını duyuyor. Buna göre, münevver bir Osmanlı sadrıâzamı olan ve İstanbul’umuza kendi adıyla bilinen kıymetli bir kütüphane hediye eden Koca Ragıp Paşa, budala ve müstebit bir padişahın kızıyla evlenmiş oluyor.

Halbuki sahih tarihi kaynaklar tam aksini söyleyip, padişahın hiç de öyle budala ve müstebit olmadığını beyan ediyor. “Cihangir” mahlasıyla gayet güzel şiirler yazan hükümdar İstanbul’a Laleli Camii, Ayazma Camii, İskele Camii, Mercan Camii isimleriyle dört cami inşa ettirdiği gibi, 1766 depreminde yıkılan meşhur Fatih Camii’ni de sil baştan yeniden yaptırdı ve İstanbul’u âdeta yeniden imar etti.

Aynı padişahımız, hem Kanuni, hem de 4. Mehmet devirlerinde açılmasına teşebbüs edilen Sakarya İzmit Körfezi Kanalı’nı açtırmak istemiş, hatta Baron de Toth’un ifadesine göre, Süveyş Kanalı için dahi faaliyetlere girişmiştir. Ayrıca memleketteki dokuma sanayiinin inkişafı için de çalışmış, Dibây-ı Rumi denilen kumaşın tekrar imali için bizzat gayret göstermiştir. Devrinde tersaneyi geliştirmiş; Tophaneyi inkişaf ettirmiş; bahri ve berri (deniz ve kara) bir mühendishane açtırarak zabitlerin (subayların) yetiştirilmesi konusuna ehemmiyet vermiştir. Memleketin her yerinde, bir çok imar eserleri de vücuda getirmiştir.

Osmanlı padişahları hakkında en sahih ve en sağlam bilgilerle tarihe ışık tutan merhum Ziya Nur Aksun, adı geçen hükümdarı, İbrahim Alaaddin Bey’in “budala” diye tavsif ettiği Üçüncü Mustafa’yı bize işte böyle tanıtıyor. Gayet iyi hatırlıyorum. Merhum üstadımızın Şakirin Camii’nde cenaze namazı kılınacağı sırada, Sadeddin Ökten ağabeyimiz bize, şu anda Osmanlı padişahlarının, öbür âlemde, Ziya Nur Bey’i karşılamak için sıraya dizildiklerini görür gibi oluyorum, demişti.

Osmanlı Hanedanı içinde en ağır iftiralara ve ithamlara maruz kalan; korkaklıkla, hainlikle suçlanan diğer bir hükümdarın da Sultan Vahdeddin olduğu öteden beri biliniyor. Yine esefle belirteyim ki, bu mağdur ve talihsiz padişahı fena halde suçlayanların en başında, bizim de kendisine muhabbet beslediğimiz Süleyman Nazif geliyor. Şairimiz bu konuda o kadar ileri gidiyor ki, onu “imansız”lıkla itham etmekten çekinmiyor. Bana inanmıyorsanız, Tahir Karaoğuz’un 1965’de yayımlanan “Anadolu’dan Kovduklarımız” isimli kitabının 153. sayfasına bakabilirsiniz.

Biliyor musunuz, Osmanlı padişahlarına hücum edenlerden ve neredeyse yarısının deli olduğunu iddia edenlerden biri de Prof. Ali Canip Yöntem’dir. Ömer Seyfeddin’in dâvâ arkadaşı Ali Canip Bey, “Abdülhamid Nasıl Bir İnsandı” başlığıyla neşrettiği yazısının bir yerinde aynen şöyle diyor: “Dördüncü Murat ölünce, Osmanlı Hanedanı’nda ‘deli’ diye anılan Sultan İbrahim’den başka kimse kalmamıştı. İşte o zamandan ta Vahdettin’e kadar gelen padişahlar, hep Deli İbrahim’in neslidir. Ve her birisi bir gûnâ delidir.” (Yakın Tarihimiz 30 Ağustos 1962)

Garabete bakar mısınız, Ali Canip Bey sadece bu makalesiyle değil, lisenin dokuzuncu sınıfı için yazdığı edebiyat kitabının 185. sayfasında da aynı minval üzere kalem oynatmış ve “.. O aralık Abdülmecid tahta geçmişti. Bu, her Osmanlı padişahı gibi gafil ve biçare bir adamdı” hükmünü vermiş. Şu insafsızlığı görüyor musunuz, yazarın “her Osmanlı padişahı” gibi demesine bakılırsa Osman Gazi’yi, Fatih’i, Yavuz’u ve Kanuni’yi de “gafil ve biçare” adamlar listesine almak gerekiyor.

Sütunum müsait olsaydı Nihal Atsız’ın, Rıza Nur’un sahibi olduğu, Temmuz 1942 tarihli “Tanrıdağ” isimli dergide, Ali Canib’e verdiği uzun ve çok önemli yazısını siz değerli okuyucularıma naklederdim. Sadece şu cümleyle bu yazıya son vereyim: Atsız diyor ki:

“Mazinin değerlerine saygı… İşte milliyetçiliğin ve ahlakın baş şartlarından biri! Ne kadar inkılabcı olursak olalım yine geçmişe bağlıyız. Çünkü, ‘Kökü mazide olan âtiyiz…’”

Not: Eserleriyle edebiyat dünyamızı renklendiren Emine Işınsu Hanımefendi’ye Allah’tan rahmet niyaz ediyor, ailesine ve sevenlerine sabır diliyorum.

#Cumhuriyet
#Osmanlı
#Divan Edebiyatı
#Koca Ragıp Paşa
#Ali Canip Yöntem
#Sultan İbrahim
3 yıl önce
Osmanlı padişahlarına yapılan iftiralar
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset