|
Ramazan edebiyatı

Her Müslüman evladı gibi ben de, mübarek Ramazan’ın insanı sarıp sarmalayan o manevi havasını daha küçük bir çocuk iken hissetmeye başladım. Bu ilahi güzelliği, masumların ruh dünyasını bile galeyana getiren bu büyük coşkuyu - itiraf edeyim ki- aradan geçen bunca yıla rağmen unutamadım. İslam’ın emri ve tavsiyesi olan bütün ibadetler, özellikleriyle ve güzellikleriyle sadece büyükleri değil, minikleri de etkisi altına alıyor, onları da, hem de böyle erken bir yaşta şenlendiriyor.

İşte İslam’ın beş şartından biri olan oruç da çocuklara en fazla tesir eden, hafızalarına iyice yerleşen bir ibadet olarak kendini gösteriyor. Daha hayatı yeni yeni tanımaya başlayan bu mini mini yavrular; annelerini, babalarını ve ailelerinin diğer büyüklerini taklid ederek sahura kalkmak ve oruç tutmak, akşam olunca da, sofraların en güzeli olan iftar sofrasına oturmak için büyük bir gayret gösteriyorlar. Siz, buna küçük ruhların büyük heyecanı da diyebilirsiniz.

Çok iyi hatırlıyorum, merhume anneme beni de sahura kaldırması için adeta yalvarıyordum. Bu niyaz faslı daha Ramazan’ın ilk günü başlıyordu. Bu arada annem kaldırmasa bile ben davulcunun sesini duyar yine kalkarım diye kendimi teselli ediyordum. Sahur sofrasına oturmanın heyecanı uyku sersemliğine galip geliyordu. Gerçi soframız öyle fazla zengin değildi. Bütün menü akşamdan hazırlanan kahvaltılıklardan ibaretti. Börek, çörek, pekmez, çökelek gibi hazırlanması kolay olan yiyeceklerden oluşuyordu. Bu basit gıda maddelerinin sahur vaktine ve tabii ki Ramazan ayına mahsus öyle güzel bir tadı vardı ki, sizin bu lezzeti sair vakitlerde tatmanız mümkün değildi. Ertesi gün öğleye doğru acıkmaya başlayınca annelerimiz buna da bir çare buluyorlardı. Bu çarenin adı “Tekne Orucu”ydu. Tekne orucu tutan çocukların iftar vakti öğle ezanı kabul edildiği için büyük bir sevinçle oruçlar bozuluyordu.

Çocukluk Ramazanlarının unutulması mümkün olmayan canlı tablolarından birini de – tabii ki – kalabalık cemaatle kılınan teravih namazları teşkil ediyordu. Bu mübarek ayda camiler, sanki dolup taşıyordu. Bu kalabalık cemaatin bir bölümünü de küçükler oluşturuyordu. Ben de mahallemizin küçük camiinde kılınan teravih namazlarına muhakkak katılıyordum. Orucu yarım tutsam da teravihi tam kılıyordum. Ayrıca camiye erken gidip yer kapma gibi bir alışkanlığım da vardı.

Unutmayalım ki çocuk her yerde çocuktur. Camide bile olsa yaramazlık yapmaktan çekinmez. Mahallemizin camisinde de bazı bücürler cemaati rahatsız edecek hareketlerde bulunuyorlardı. Bendeniz çocukken de usluydum ama ne yalan söyleyeyim, akranlarımın yaramazlıklarını seyretmekten hoşlanıyordum. Camilerde ne gibi yaramazlıklar olur ki diye sual ederseniz türlü çeşitli diye cevap verebilirim. Mesela bazı çocuklar secde esnasında, ön saflardaki arkadaşlarının ayaklarını gıdıkladıkları gibi bazıları da iğne batırırlardı. Hatta aralarında kavga edenler bile oluyordu.

Sadece çocuklar mı, bu mübarek ay, gözünüz aydın diyerek bütün Müslüman gönülleri şenlendiriyor. Kültür dünyamızın canlı tablolarında birini de yazarların, şairlerin, edebiyatçıların ramazan hatıraları teşkil ediyor. Bu hatıralar yığını olanca renkli sahneleriyle, bol malzemeleriyle bir nev’i “Ramazan Edebiyatı” diyebileceğimiz bir edebiyat türünü ortaya çıkarıyor. Durum böyle olunca “Ramazan Medeniyeti”, “Ramazan Edebiyatı”yla daha canlı, daha heyecanlı bir hale geliyor. Bilmem ki belirtmeye gerek var mı? Bütün ibadetler gibi Ramazan orucu da sosyal hayatımızı maddi ve manevi açıdan adeta ihya ediyor.

Ramazan edebiyatına kaynak teşkil edecek malzeme o kadar zengin ki bunların bir kısmı bile kullanılsa cilt cilt eserler ortaya çıkar. Bendeniz de bu kaynakların cüz’i bir bölümüne başvurmak suretiyle sadece bir cilt hazırladım. 391 sayfalık bu mütevazı derlemeye de “Dersaadet’te Ramazan Akşamları” adını verdim. Timaş Yayınları arasında çıkan bu kitapta A. Ragıp Akyavaş, Ahmed Semih Mümtaz, Ayşe Osmanoğlu, Mithat Sertoğlu, Nihat Sami Banarlı, Cenap Şahabeddin, Refik Halid Karay, Süheyl Ünver, Yahya Kemal, Safiye Erol, Samiha Ayverdi gibi daha birçok kalem ve kelam erbabının birbirinden güzel yazıları bulunuyor.

Bu kadar sözden sonra kısa fakat ilgi çekici bir iktibasta bulunmak istiyorum. Kültür dünyamızın renkli simalarından merhum A. Ragıp Akyavaş “Eski Ramazanların Hususiyetleri” başlığıyla kaleme aldığı yazısının bir yerinde sözü teravihi çabuk kıldıran hocalara getirip şöyle diyor:

“Aklıma hoş bir fıkra geldi. Sultan Mahmud zamanında yaşayan Keçecizade İzzet Molla merhum, şair, âlim ve nüktedan bir zattı. Böyle sürat ekspresi gibi teravih namazı kıldıran bir imama uymuş. Molla pek şişman, karınlı gövdeli bir zat imiş. Acele acele namaz kılarken, bostan dolabı gibi yatıp kalkarken adamcağızın nefesi kesilecek gibi olmuş. Namazın yarılandığı sırada dışarıdan, soluk soluğa biri camiye gelmiş ve Molla’nın yanı başında durmuş. ‘Vah vah, namazı kaçırdık, yetişemedik’ diye kendi kendine söylenmeye, hayıflanmaya başlamış. Yorgunluktan dolayı burnundan soluyan Keçecizade İzzet Molla’nın kafasının tası atmış. Kendini tutamamış: ‘Be, birader! Biz içindeyken yetişemiyoruz. Sen ne söylüyorsun Allah aşkına!’ demiş.”

İşte bir mübarek Ramazan ayına daha kavuştuk. Allah cümlemizi daha nice Ramazanlara, nice bayramlara ulaştırsın. Şunu da söylemeden edemeyeceğim. Bu Ramazan teravih namazlarını –maalesef- evlerimizde kılacağız. Öyleyse işi aceleye getirmeyelim, tadil-i erkâna riayet edelim. İlla acele etmek istiyorsanız, yavaş yavaş acele ediniz!...

#Müslüman
#Ramazan
#Edebiyat
#Çocuk
4 yıl önce
Ramazan edebiyatı
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı