|
Şehre Küstü Mahallesi

İlhamını İslam medeniyetinden alan Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinin göz kamaştırıcı tablolarından birçoğu zarafet örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. Bunların sayısı o kadar fazla ki, hepsini anlatmak için kitap yazmak icap eder. Mesela, merhum tarihçilerimizden İsmail Hâmi Dânişmend’in, “Garp Menbalarına Göre, Garp Medeniyetinin Menbaı Olan İslam Medeniyeti” gibi eserlerde, bahsini ettiğimiz zarafet örneklerine, bol miktarda rastlıyoruz. Bu kısa mukaddimeden sonra birkaç misal vereyim.

Osmanlı mimarisinde minare genellikle mabedin sağ tarafında inşa edilir, böylece kubbe de minarenin solunda kalmış olur. Minarenin yüksekliğiyle, kubbenin yüksekliği arasındaki mesafe mutlaka dengeli ve âhenkli tutulduğundan, gözleri okşayan hoş bir manzara ortaya çıkar. Eski alfabemizde “Elif” harfi minareyi, bitişmeyen harflerin sonuna geldiğinde yuvarlak yazılan “he” harfi de kubbeyi sembolize eder. Bu iki harf, işte böyle yan yana gelince “Allah” isminin, yani Lafza-i Celâl’in kısaltılmış şekli ortaya çıkar ve kubbeyle minareye bu açıdan bakılınca Yüce Yaratıcı hatıra gelir ve hamd edilir.

Sadece bu kadar mı, eski müelliflerimizin birçoğu da “Lafzatullah”a duydukları saygıdan dolayı, bir de hürmetsizliğe sebep olmasın diye, aynı minval üzere hareket ederler, kitaplarına bu mübarek kelimeyi, böyle kısaltılmış şekliyle kaydederlerdi.

Merhume Münevver Ayaşlı, bakınız bu konuda ne diyor: “Osmanlı medeniyetinin temelini teşkil eden temel kaide ‘Edeb yâhû’ idi. Edeb, ‘Edeb yâhû!’ ihtarına muhatap olmamaktır.

Prof. Massignon, College de France’da ders verirken, ‘öyle Müslüman kızları bilirim ki, Lafza-i Celal’i söyledikleri zaman hicablarından yüzleri kızarır, önlerine bakarlar ve ancak öyle Allah diyebilirler’ derdi. Evet, benim de çocukluğumda gençliğimde Müslüman Türk kızları hep böyle idiler. Allah lafzını söylerken hicab ederler, haya ederler, yüzleri kızarır, mahcub şekilde önlerine bakarlardı.

Şurasını da arz edeyim ki, yalnız gençler, genç kızlar değil, saygıdan, huşûdan hiç kimse günlük konuşmalarında bugünkü kadar Lafza-i Celal’i ağzına almazdı. Yemin etmezdi.”

Böyle bir inceliği bir tarafa bırakalım, günümüzde bazı kimseler bu mübarek kelimeyi öyle çirkin bir üslupla kullanıyorlar ki, dinden bile çıkıyorlar da haberleri olmuyor. Buna da birkaç “galiz” örnek verirdim ama edebim müsaade etmediği için vazgeçiyorum.

Bir hafta Cuma namazı için Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Serçe Hatun Camii’ne gitmiştim. Güzel bir Türkçe’yle vaaz eden hoca efendi, Osmanlı zarafetine dair çarpıcı misaller veriyordu. Bir ara şöyle dedi: Eskiden bazı evlerin pencerelerine kırmızı güller konulurdu. Bu, o hanede hasta olduğuna dair bir işaretti.

Dolayısıyla o evin önünden geçen seyyar satıcılarla diğer sakinler seslerini yükseltmiyorlardı.

Hastaları rahatsız etmemenin yanında bir de onları teselli etme, sevindirme konusu vardı. Ne dersiniz, bir örnek daha verelim mi?

2016 Eylül’ünün başında, kıdemli kütüphanecilerimizden merhum Nail Bayraktar Bey’i Bağlarbaşı’ndaki evinde, bir arkadaşımla ziyaret etmiştim. Kitap ve kütüphane konulu uzunca bir sohbet yapan Nail Bey, bir ara şöyle dedi:

Vakıf Gureba Hastahanesi’nin yanında küçük bir cami var. Bu caminin eski imamlarından biri, sabah ezanlarını tam bir saat önce okurmuş. Maksad, hastaları biraz olsun rahatlatmakmış. Ezan-ı Muhammedi’yi duyan hastalar, -böylece- şükürler olsun, sabaha kavuştuk diye seviniyorlarmış. Gecelerin ne kadar uzun sürdüğünü -tabii ki- en iyi dert ehli kimseler bilir. Nitekim şair de şu beytiyle bu ızdırabı dile getiriyor:

Müneccim, muvakkit ne bilir şeb-i yeldâyı

Mübtelâ-yı gâm’a sor kim geceler kaç saat

Kültür dünyamızın renkli tablolarından birini de, bazı cadde, sokak ve mahalle isimleri teşkil ediyor. Mesela “Şehre Küstü Mahallesi” şahsen benim dikkatimi çeken mahalle adlarından biridir. Bildiğim kadarıyla biri memleketim olan Tokat’ta, diğeri de Bursa’da olmak üzere iki “Şehre Küstü Mahallesi” bulunuyor. Belki daha başka vilayetlerimizde de, bu adı taşıyan mahalleler vardır.

Bu mahallelerde oturanların şehre niçin küstüklerini bilmiyordum ama daha sonra bir vesileyle öğrendim. Siz değerli okuyucularımın da öğrenmesi için söyleyeyim. Bu isimle anılan yerleşim mekânları, daha çok şehrin kenarlarında yer aldıkları ve gecekonduvâri bir görünüme sahip oldukları için, ecdadımız oralardan söz edecekleri zaman, mahalle sakinleri rencide olmasınlar, incinmesinler diye böyle söylüyorlarmış.

Not: Geçenlerde vefat eden Osman Akkuşak amcamızı, iki gün önce rüyada gördüm. Geniş ve uzun bir koridorda ilerliyordu. Kendisine arkadan seslendim. Osman abi, oturup biraz konuşalım, dedim. Gülümsedi, Dursun’cuğum, bekliyorlar, gitmem gerekiyor, dedi ve devam etti. Mekânı cennet olsun.

#Kültür
#Osman Akkuşak
#İslam
#Selçuklu
4 yıl önce
Şehre Küstü Mahallesi
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?