|
Simurg, Ayasofya’ya varabildi mi?

“Bu işler slogan atarak olmaz” denildiğinde yukarıdan aşağıya nizam verilmemiş bir düşünceye sahip olduğumuz için tereddüt geçirdiğimiz oluyordu fakat kısa bir duraklamadan sonra konuşan kişiyi ve temsil ettiği grupları düşününce doğru yolda olduğumuz inancı pekişiyordu. “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın!” bizden önceki kuşakların sloganıydı ve artık bu işlerin nasıl yapılacağına dair küçümseyici bakışlar önemsenmiyordu. Devir değişmiş ve başörtüsü mücadelesi öğrenci eylemlerinin odak noktasına yerleşmişti. İki kutuplu dünyanın yıkılmasıyla birlikte İslam dünyasının yeni bir Haçlı saldırısına maruz kalması, özellikle de Balkanlar’da meydana gelen hadiseler Ayasofya’nın sembolik değerini herkese hatırlatıyordu. Doksanların hemen başında Batı, “medeniyetler savaşı” tezi ile İslam dünyasını kategorize etmeyi başardı.

Muğlak bir ifade olmasına rağmen “medeniyetler savaşı” ile bir taraf olarak İslam dünyasının Batı ile fiilî bir savaş içinde olduğu da ima ediliyordu. Bununla İslam dünyasına yönelik yeni istila girişimine meşruiyet kazandırıldığını görmemek mümkün değildi fakat propaganda araçlarına hâkim oldukları için gündem oluşturmakta zorlanmadılar. İslam dünyasına yönelik askerî müdahaleler artarak devam ediyor, entelektüel alanda yoğun bir baskı oluşuyor, iktisadî kuşatma ile de her bir alana el uzatılıyordu. Kafkasya Türkleri Karabağ’dan sürgün edilmiş, Bosna Müslümanları tarihin en kapsamlı soykırımına maruz kalmış, Cezayir’de Fransa askerî müdahalede bulunmuştu. Afganistan ve Filistin gibi devam eden sorunlar da Batı ile Doğu arasında medeniyet savaşına işaret etmekten çok uzaktı. 1880’lerde bütün Batı dünyası, Afrika’yı istila için yola çıkmış ve “medenîleştirme misyonu” kavramına ideolojik bir içerik kazandırmıştı. Vahşeti ideolojik bir kavramla örtmeyi başarmışlardı. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte İslam dünyasına yönelik istilaya da “medeniyetler savaşı” kavramı ile ideolojik bir çerçeve kazandırdılar.

70’lerde meydanları dolduran gençler “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın!” dediğinde birtakım çevreler, “bu işler slogan atarak olmaz” diyerek kendilerini dışarıda tutmayı başarmıştı. Hâlbuki bu tavır da bir ötekileştirme gayreti idi. Seksenlerin ikinci yarısında sloganlar değişmeye başlasa da ideolojik devamlılık nesilleri birbirine bağlıyordu. Ayasofya’nın sadece İstanbul’un ve Türkiye’nin meselesi olmadığı açıktı. İçerideki örgütsel ve entelektüel kuşatmanın dehşetini doksanlarda fark ettik, diyebilirim. Ayasofya’nın açılması için zamanı kollayıp fırsatı bulmak gibi bir kolaycılık söz konusu değildi. Ayasofya’yı açabilmek için Simurg olmak ya da yedi başlı ejderha ile savaşı göze almak gerekiyordu. Bu, fırsat kavramı ile açıklanacak bir başarı değildir. Ayasofya’yı yeniden cami yapabilmek için büyük bir mücadele verilmesi gerekiyordu. Bunun için de nesiller arasında devamlılık lazımdı.

Eğer Birinci Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyetimizi başlangıç noktası olarak kabul edersek Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesi Hıristiyan dünyayı kızdıracak bir adım olarak nitelendirilemez. Son otuz yıldaki işgal, istila ve yerleşim faaliyetlerini göz önünde bulundurursak bugünün Haçlıları başarısız olmuşlardır. Erdoğan, nesiller arasındaki devamlılığı sağlayarak yedi başlı ejderha ile mücadelesinde galip gelmiş; Simurg, Kaf Dağı’na ulaşmıştır. Dolayısıyla başörtüsü davasını kazandık ama birtakım değerleri kaybettik gibi iddialarda bulunmanın da bir manası yok. Devirler değişiyor ve dönemler kapanıyor. Bu sebeple yeni şeyler söylemek gerekir.

Ayasofya’nın müze statüsünün iptal edilip yeniden cami olma vasfının iade edilmesi sürecinde birtakım çevreler oldukça ilginç tepkiler ortaya koydu. Muhafazakâr muhalefet unsurları “Ayasofya siyasete açıldı” yaklaşımını tercih etti, diğer bağımlı yapılar da insanlığın ortak mirası iddiasından hareketle müze olarak kalması gerektiği tezini işlediler. Diğer kategorisine yerleştirdiğimiz bağımlı yapıların farklı Hıristiyan mezheplerinden yöneltilen eleştirilerle ilgili herhangi bir görüş beyan etmemelerini bir soru olarak gündeme getirip açıklamayı kendilerine bırakalım. Muhafazakâr muhalefet unsurlarını ise medeniyet bilincine sahip olmamakla suçlamak yeterli olur. “Anadolu kıtası genişliğindeki dava taşını gediğine koymak” için bu toprakları kendine eksen almak gerekir. Yani “Ayasofya her şey”dir.

Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesinin İslam dünyasındaki yansımaları da önemlidir.

#Ayasofya
#Medeniyet
#Bosna Hersek
#Berlin Duvarı
4 yıl önce
Simurg, Ayasofya’ya varabildi mi?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi