|
‘Sosyal faşizm’ dedikleri…

Rahmetli babamın görevi nedeniyle üniversite öğrenimimi, hasbelkader İsviçre’de gördüm. Bu bir avantaj mıdır; yoksa dezavantaj mı hâlâ tartışırım…

Londra, Berlin, Hamburg gibi merkezler varken, insanın gençliğinin en heyecanlı dönemini, nüfusu bugün ancak 135 bine ulaşmış, gece 11’den sonra bütün eğlencenin durduğu, restoranların kapandığı bir memur şehri olan
Bern
’de geçirmesi insanı bireysel, sosyal ve kültürel açıdan ne kadar zenginleştirebilir ki?!
1965-1974 yılları arasında İsviçre’de en çok hissettiğimiz şey,
‘yabancı düşmanlığı’
ve mültecilerle ilgili
‘karşı propaganda’
nın siyasi bir araç olarak hayli aktif bir şekilde kullanılmasıydı.
O yıllarda daha çok İtalyanlar hedefteydi. Onlara bir küçültme ifadesi olarak
“Cinque”
diyorlardı. Hani İtalyanca'da
“beş”
anlamına gelen ve günlük dilde onlardan sık sık duyulduğu düşünülen kelime…

Sonraları ülkelerindeki zor durumlar nedeniyle Macarlar, Çekler, Yugoslavlar, Tamiller ve tabii ki sayıları bizim zamanımızda 30 bini bulan Türkler de geldiler…

Yabancı düşmanlığı
ve
ırkçı söylemler,
küçük burjuvazi ve halkın eğitilmemiş kesimleri üzerinde siyaseten her zaman iş yapmıştır. Bakınız, önceki ABD Başkanı
Trump
ya da Avrupa’daki tüm faşistler…
İsviçreli
James Schwarzenbach
da böyle bir faşistti… Schwarzenbach İnisiyatifi diye bir kampanya başlattı… Sonunda yeterli imzayı toplayarak ülkeyi 1970 yılında referanduma götürdü… Şimdi sorsanız
“İnsan hakları konularında referandum olmaz”
diye dünyayı yıkacak İsviçre, bundan 50 yıl kadar önce bunlarla uğraşıyordu işte…
Referandumda Schwarzenbach kaybetti. Ancak, oylama yüzde 54 “
Hayır”
oyuna karşı, %46
“Evet”
oyuyla sonuçlanmıştı… Yüzde 46’yı ciddiye alan koalisyon hükûmeti,
“İsviçre nüfusunda yabancı sayısının yüzde 20’den fazla olamayacağı”
şeklinde bir yasa getirerek dengeyi sağladığını düşündü.

Bu örnekte olduğu gibi; mülteci ve yabancı düşmanlığı, genelde faşistlerin ve aşırı sağcıların başvurdukları, zaman zaman da bunlara iktidar yolunu açan gayri insani, öyle olduğu için son derece tehlikeli bir yoldur. Türkiye’de ise bunun sosyal demokratlar tarafından dile getirilmesi hayli ilginçtir…

Bütün dünyada solcular ve sol eğilimli siyasi partiler, Türkiye’dekinin tam tersine, insan hakları, canlılığın sürdürülebilmesi gibi konularda kimlik kazanmak ve mültecilik gibi meselelere çözüm bulmak için çok daha fazla çaba harcarlar… Yalnızca
Stalin
’in anlayışında farklı bir yaklaşım söz konusudur. O nedenle de
‘sosyal faşizm’
olarak nitelenir…
Bu bağlamda Cumhuriyet Halk Partili
Bolu Belediye Başkanı
’nın, onu telin edip anında partiden ihraç etmeyen, Suriyeliler ile ilgili
‘nefret söylemi’
geliştiren (bkz. 20 Temmuz 2021 tarihli yazımız) parti üst yönetiminin yaklaşımı, ancak sosyal faşizm kavramıyla açıklanabilir.
CHP
’nin fabrika ayarlarından uzaklaşmasını, kurucu babalarına ihanet etmesini,
Bülent Ecevit
gibi büyük liderlerinin çizgisinden kopmasını sadece vicdani değerlerden vazgeçmekle açıklamak mümkün değil…
Türkiye’nin
‘millî bağımsızlık’
politikalarının hiçbirine katılmayan, çoğunlukla da itiraz eden CHP üst yönetimi stratejilerini iki temel üzerine inşa etme hatasına düşmektedir:
1.
AK Parti
ve
Erdoğan
iktidardan gitsin de ne olursa olsun…
2.
AK Parti’nin söylediği, yaptığı her şeye
‘doğru’
bile olsa karşı çıkalım; çünkü seçmen bizden bunu istiyor.
Sosyal faşizmin en temel ilkelerinden biri pragmatizmdir. Onlarda
“Amaç, aracı mubah kılar”…
AK Parti mülteciler konusunda vicdani bir sorumluluk mu duyuyor? Hemen
“İşimizi, aşımızı elimizden alacaklar”
diye kampanya başlat! Hükûmeti beceriksizlikle suçla… Yaptığı her işte hata ara, bulamazsan da uydur…
Örnek arıyorsanız Stalin’in rakiplerini yargıladığı
Moskova Davalarına
bir göz atmanızı tavsiye ederim…
#AK Parti
#Bülent Ecevit
#Bern
#Trump
#James Schwarzenbach
#Schwarzenbach
3 yıl önce
‘Sosyal faşizm’ dedikleri…
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset