|
Sultan Abdülhamid’in halası

Eskiden güzel ahlakıyla; şefkatiyle, merhametiyle, özellikle hayırseverliğiyle tanınan ve bilinen hanımlardan söz açılınca “salihat-ı nisvandan” biri denilirdi. Günümüzde bile bazı ölüm ilanlarında bu ifadenin yer aldığını görüyoruz. Osmanlı hanedanına mensup hanımlar arasında, yaptırdığı çok sayıdaki eser dolayısıyla, hayırla anılan Âdile Sultan da işte böyle önemli bir şahsiyetti. Bu hanım sultan, yeri geldikçe şöyle övünürmüş: “Ben, bir padişahın kızıyım, iki padişahın kardeşiyim, bir padişahın da halasıyım!”

Kısaca söyleyecek olursak, babası İkinci Mahmud da ecdadı gibi güzel sanatlara büyük bir ilgi duyuyordu. Mesela amcası şehid Sultan Üçüncü Selim’den mûsıkî dersleri aldı. Tanbur ve ney çalıyor, besteler yapıyordu. Bugün bile söylenen yirmi kadar şarkısı var. “Adlî” mahlasıyla kaleme aldığı şiirlerinin içinde pek güzelleri bulunuyor. Resme de merakı olan padişahın portresini yaptırıp devlet dairelerine astırdığı biliniyor.

Ayrıca Mehmed Vasfi’den icazet alan usta bir hattattı. Mustafa Rakım’dan da ders almıştı. Bazı camilerde celi yazıları ve Topkapı Sarayı’nda levhaları bulunuyor. Türk İslam Eserleri Müzesi’nin eski müdürlerinden Elif Naci Bey’in belirttiğine göre, yazı kalıpları adı geçen müzede atlas torbalarda, üç sandık içinde saklı tutuluyor.

Âdile Sultan da babası gibi bir şairdi. Kanuni Sultan Süleyman’ın “Muhibbi” mahlasıyla yazdığı şiirlerden meydana gelen divanını yayımladığı gibi, kendisi de ayrıca bir divan hazırladı. Altın yaldızlı bu yazma divan Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulunuyor. “Âdile Sultan Divanı” Doç. Dr. Hikmet Özdemir tarafından hazırlanıp Kültür Bakanlığı Türk Klasikleri serisi arasında neşredildi. (1996)

Âdile Sultan, babasının genç yaşta ölümünden sonra, kardeşi Abdülmecid Han’ın desteğiyle evlendiği gibi, diğer biraderi sultan Abdülaziz’den de büyük alaka gördü. Bu padişahın bir askeri darbeyle tahtından indirilip şehit edilmesi, kardeşinin kalbinde onulmaz yaralar açtı. Göz yaşlarını mürekkep yaparak yazdığı matem şiirleriyle duyduğu büyük acıyı dile getirdi. İşte bir örnek:

Nasıl yanmam kim, oldu olanlar Şah-ı Devran’a

Bilinmez oldu hâli, kıydılar o zıll-i Yezdan’a

O gitti mülk-i ukbaya, firak geçti ta câna

Saraya velvele saldı, cihanı koydu efgana

Cihan matem tutup kan ağlasın Abdülaziz Han’a

Meded Allah, mübarek cismi ki, boyandı al kâna

Nasıl hemşiresi bu Âdile yanmaz o Hakan’a

Ki, kıydı bunca zalimler karındaşı cihan-bâna

Rıza vermezdi adl ü şefkati zulm-i müşirâna

Bütün nâr-ı firakı saldı, kalb-i ehl-i imana

Cihan mâtem tutup kan ağlasın Abdülaziz Han’a

Meded Allah, mübarek cismi ki, boyandı al kâna

İkinci Abdülhamid Han’ın, halası Âdile Sultan’a gösterdiği büyük saygıya gelince, onu da, bu padişahın kızı Ayşe Osmanoğlu “Babam Abdülhamid” isimli hatıratında şöyle anlatıyor:

“Babamla görüşmek istediğinde haber gönderir, sarayda özel olarak hazırlıklar yapılırdı. Diğer sultanlar gibi bayramlarda falan gelmez, ariza yazmaz, arzularını başağası ile bildirir, istediği derhal yapılırdı. Hala Sultan gelmek isteyince babam hususi dairesinde kendisini bekler, karşısına Hazinedar Usta ile rütbeli hazinedar ve katibelerden başka kimse çıkmaz, huzurunda müsahipler ve hazinedarlar hizmet ederdi.

Arabası Hünkar Dairesi’ne yanaşır, Başmüsahip koluna girerek arabadan indirir, kapıdan girerken babamla Valide Sultan tarafından karşılanırdı. Doğruca salona alınırdı. Babam, hürmet ve tazimle halasının elini öper, büyük kanepeye halasını oturtup kendisi de karşısına otururdu. Hazinedarlar askılar içinde kahvesini getirirler, babam eliyle tepsiden alıp halasına verirdi. Âdile Sultan’ın nargile içmek mu’tadı olduğundan, mücevherli billur nargile evvelden hazırlanır, odaya getirilir, babam kalkıp halasının önüne koyar, marpucu da eline verirdi. Bizler içeriye girip, elini öper, yerden bir temenna ederek padişaha yaptığımız resmi ta’zimi ifa eder, çıkardık. Babama ‘Oğlum’ hitabında bulunur, babam da kendisine ‘emredersiniz halacığım’ cevabını verirdi. Konuşma bir iki saat kadar devam eder, yine geldiği gibi arabasına biner, babam da kapıya kadar kendisini geçirirdi. Son geldiğinde parmağında taşıdığı gayet değerli bir la’l yüzüğü çıkarıp babamın parmağına takmış ve şunları söylemiş: Dedem Sultan Birinci Abdülhamid, bu yüzüğü baban Sultan İkinci Mahmud’a yadigar olarak vermişti. Babam da bu yüzüğü bir gün parmağıma takarak, babasının yadigarı olduğunu söylemiş ‘ ben de sana yadigar ediyorum’ demişti. İşte o gün, bugün bu yüzüğü parmağımda taşıdım. Ama bize şimdi ahiret yolculuğunun yakın olduğunu hissediyorum. Kimseye vermeye kıyamadığım bu yüzüğü şimdi ben de sana yadigar ediyorum oğlum!

Babam da hemen kalkıp halasının elini öpmüş ve bu tarihi yüzüğü verdiği için teşekkür etmiştir. Hakikaten de son görüşmeleri ve saraya son gelişi olmuştur. Babamın yüzük takmak adeti olmadığından halasının yadigarı olan bu hatırayı altın, küçük bir kese içinde saklamış, daima yattığı odada bulundurduğu küçük camlı dolaba koymuştu. Baş ucunda duran bu dolapta babasına ait bir çok aile yadigarı dururdu. Hal’inde bunların hepsi kaybolmuştur.”

#Abdülhamid Han
#Sultan İkinci Mahmud
4 yıl önce
Sultan Abdülhamid’in halası
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak