|
Suudilere reddiye-3

Suudi hanedanı, tarih üzerinden Türkiye’ye savaş açmıştır. Aslında bu savaş, nerdeyse yüz yıldan beri farklı cephelerde sürmektedir. Eski Osmanlı vilayetlerini işgal edip önce manda yönetimleri, sonra da uydu hükümetler kuran İngiltere, Fransa ve İtalya; Müslüman halkın dikkatlerini kendi sömürü düzenlerinden uzaklaştırmak için bu savaşı bilinçli olarak başlatmışlardır. Kendilerini meşrulaştırmak için uydu hükümetlerine dikte ettirdikleri eğitim müfredatlarına, Osmanlı asırlarını, sömürge devri olarak yerleştirmişlerdir. Özellikle Suriye, Lübnan ve Mısır tarih ders kitaplarında Batılılar hakkında olumsuz yargılara yer verilmezken; Osmanlı’nın işgalci olduğu iddiaları tekrar edilegelmiştir.

Her ne kadar resmi müfredatlar böyle söylese de bu bölgelerde yetişen bağımsız tarihçiler ve akademideki insaflı araştırmacılar ise bunun tam aksini ortaya koyan pek çok çalışmaya imza atmışlardır. İrtibat içinde olduğumuz ve her yıl birlikte kongreler düzenlediğimiz yüzlerce akademisyen, bugünkü resmi müfredatı reddetmektedir. Bir kaç ay önce Lübnan Cumhurbaşkanı’nın Osmanlı geçmişleri hakkındaki uygunsuz sözlerine ilk karşı gelenler de tanınmış Lübnanlı tarihçiler olmuştur.

Şimdi de ilginç olan husus, tarih üzerinden Türkiye’ye savaşı, Suudi Arabistan’ın gönüllü olarak üstlenmesidir. Oysa bu konuda konuşacak en son ülke SA olmalıdır. Zira, doğrudan bir manda geçmişi olmadığı gibi; Osmanlı sultanlarından miras olarak aldıkları Hadimülharemeyn unvanını iftiharla kullanan Suud krallarına sorulacak en can alıcı soru şudur: Küfrettiğiniz Osmanlı sultanları olmasaydı, bugün size meşruiyet sağlayan bu unvanı kullanabilecek miydiniz?

Pek çok Arap tarihçinin itiraf ettiği gibi asla bu mümkün olmayacaktı. Zira basit bir mantıkla, Osmanlılar devreye girmeseydi, belki hizmet edebileceğiniz Haremeyn de olmayacaktı. Osmanlı tarihine aşırı tenkitler getirenler dahil, Arap tarihçilerinin çoğunluğu bir konuda müttefiktirler. O da, on altıncı yüzyılda genel olarak Arap dünyasının ama özellikle Haremeyn’in Portekiz tehdidi ile karşı karşıya olmasıdır. Osmanlı Devleti, mesele ile yakından ilgilenip Arap topraklarını idaresine alarak bu tehdidi ortadan kaldırırken, aynı zamanda hizmet edilecek iki kutsal beldenin de ayakta kalmasını sağlamıştır. Başka bir ifade ile Yavuz’un Hadimülharemeyn unvanı geçmişten devralınmış bir miras değil, hakedilmiş gerçek bir unvandır. Şimdi, aynı unvanı iftiharla taşıyan bir hanedanlığın, hem kutsal mekanları ve hem de Müslüman olarak kalmalarını sağlayan Osmanlılara düşmanlığı tuhaf bulunmaktadır. Bu hamasi bir iddia değildir. Sadece Endülüs tarihine bakılsa bile bu hakikat kolayca anlaşılacaktır.

Ne yapılırsa yapılsın, nasıl anlatılırsa anlatılsın; Arap coğrafyasının tamamı ama özellikle Hicaz bölgesinden Osmanlı damgası silinemeyecektir. Osmanlı eserleri ortadan kaldırılsa bile hatıralarda bıraktığı izlerin yok edilmesi mümkün olamayacaktır. Hanedan, unutturmaya çalışsa da toplumsal hafıza Osmanlı hizmetlerini hatırlamaya devam edecektir. Suudi hanedanı tıpkı Yemen’de olduğu gibi burada da yanlış ve umutsuz bir savaşa girmiştir.

Osmanlı Devleti’nin Haremeyn halkı ve etrafında yaşayanlara gösterdiği ilgi ve gönderdiği yardımlar, bölgenin idare altına alınmasından önce başlamıştır. İstanbul’un fethinden sonra Haremeyn ahalisine dağıtılmak üzere gönderdiği 200 bin duka altın dışında yine Fatih Sultan Mehmet 1461 yılında Hicaz için Balkan topraklarında vakıf tesis etmiş ve bu gelenek, Osmanlının sonuna kadar devam etmiştir. Haremeyn için kurulmuş vakıfların listesini yazmaya kalksak bu sütün yetmeyecek; Osmanlıların Haremeyn’e ve ahalisine hizmet ve katkılarını anlatmak mümkün olmayacaktır.

Osmanlılar, Kabe’yi yıkmak, Hz. Peygamber’in kabrini ortadan kaldırmak motivasyonu ile hareket eden Portekiz tehlikesini ortadan kaldırınca, Haremeyn için tehdit teşkil eden başka bir hususu keşfetmişlerdir. Yerleşik hayatı ve medeniyeti temsil eden Hicaz bölgesine yönelmiş en büyük dahili tehdit civarında yaşayan bedevi unsurların olduğunu görmüşlerdir. Özellikle hac yolları etrafında, varlıklarını yağmacılıkla sürdüren bedevilerin durdurulmamasının en az Portekizliler kadar tehlikeli olacağının farkına varmışlardır.

Osmanlılar, Çelebi Sultan Mehmet döneminde (1413) Haremeyn’e göndermeye başladıkları aynî ve nakdî yardımlara (surre) bir de bedevi (urban) sürresi eklemek zorunda kalmışlardır. Bugün Suudi yönetiminin dayandığı ve bağlılıklarından şüphe duymadığı bedevi kabilelerin hafızası her yıl Osmanlıdan aldıkları bu ihsanlar ve atiyyeler ile doludur. Bu onların zihinlerine öyle kazınmıştır ki; zamanla kendi isimlerini terk edip aldıkları ihsanlara nispeten Beni Atiyye yani “İhsanoğulları” diye anılacaklardır. Şimdi her biri sosyal medyada varlık gösteren, hanedana yaranmak için sitelerinde Osmanlı’ya saldıran bu kabilelerin kayıtları, atalarının mühür ve imzaları, Osmanlı Arşivleri’ndeki urban sürre defterlerinde yer almaktadır.

Hülasa; Osmanlı izlerinin Haremeyn’den silinmeye çalışılması; kayda geçmiş bu hakikati ve inkârı mümkün olmayan tarihi hafızayı ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Suudi hanedanı, kendi bünyesinin dahi kabul etmeyeceği umutsuz bir savaşa girmiştir.

#Müslüman
#Osmanlı Devleeti
#Suudi Arabistan
#Yemen
4 yıl önce
Suudilere reddiye-3
Kara dinlilerle milletin savaşı
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…