|
Suudilerin benimle dertleri nedir?

Yıllardır yazdıklarımı akademilerinde kaynak olarak kullanan Suudi Arabistan (SA) şimdi yazılarıma karşı bir kampanya başlattı. Tetikçi olarak tutulan Tallal et Tureyfi adlı “tufeyli”nin yazı serisinin ilk başlığını gördüğümde seviyeli bir tarih tartışması yapacağımı zannederek heyecan duymuştum. Ama ardından lise ikinci sınıf öğrencisinin bile gösteremeyeceği hezeyanları görünce hevesim kırıldı. Yazıların Arapçasının, SA destekli meşhur bir gazete olan Eş-Şarku’l- Evsat’ta; Türkçesinin, Şarkul Avsat’ta; İngilizcesinin de Arabnews’te aynı anda yer almasının yanında, sosyal medya hesaplarını ve Suudi televizyonlarını da hafta boyu meşgul etmesi, işin organize bir kampanya olduğunu göstermektedir.

Bu sütunda, “Suudilere Reddiye” başlığı ile yazdıklarıma, sözde cevap vermeyi amaçlayan yazılar; bir kere daha “şecaat arzederken merd-i kıptî sirkatin söyler” vecizesini doğrulamıştır. Kendi okuyucularım ile paylaştığım o hezeyanları yazdıklarım ile karşılaştıranlar bu hakikati bir kere daha anlayacaklardır.

Bana yazılan bu reddiyeler Arap tarihçiliğini temsil etmediği gibi, son yıllarda Osmanlı araştırmalarında seviye kazanmış olan Suudi tarihçiliğinin seviyesinin de altındadır. Nitekim diyet ödemeye mecbur birine yazdırılan bu yazıları, aklı başında hiçbir tarihçinin kaleme almayacağı ortadadır.

Benim tarihi siyasallaştırdığımdan dem vuran iddiaların zamanlaması da oldukça ilginçtir. Bir süre önce yazmış olmama rağmen, kampanyanın şimdi başlatılması manidardır. Bütün dünyanın ilgisini çeken Ayasofya-i Kebir Camii’nin yeniden ibadete açılacağı hafta boyu yazılarımın aleyhinde kampanya sürdürülmesi, yazarı ve arkasındakileri suçüstü yakalatmıştır. Zaten bana cevap vermek yerine, Suudi kamuoyunun dikkatlerini Türkiye’deki gelişmelerden uzak tutmayı amaçladıkları aşikârdır.

Yazılarda ileri sürülen argümanların cevapları benim yazılarımda zaten mevcuttur. Tekrara hacet yoktur. Ancak meselenin nereden çıktığını bir kere daha hatırlatmamda yarar vardır. Daha önce Suudi Arabistan’da Osmanlı Tarihi aleyhinde açılan kampanyalarda; Osmanlıların Haremeyn’e (Mekke ve Medine’ye) hizmetleri inkâr edildi. Bir argüman olarak da Kâbe’deki revakların, Osmanlılar tarafından değil, Hz. Osman tarafından yapıldığı ileri sürüldü. Ben de birkaç yıl önce, kendi resmi kurumlarının talebi üzerine, “Osmanlıların Haremeyn’deki imar faaliyetleri” hakkında, kendi hakemlerinden kabul alan, 40 sahifelik Arapça bir Ansiklopedi bölümündeki bilgileri özetledim. Osmanlı sultanlarının Haremeyn’e hizmetleri üzerinden, Türk ve Arap tarihinin müşterek okunmasını teklif ettim. Ama nafile.

Suudilerin kendi üniversitelerinde Osmanlıların hizmetlerini anlatan onlarca tez yapılmış; resmi dergilerinde de pek çok yazı yayınlanmıştır Yani bu hakikati birkaç gazete yazısı ile inkâr etmelerinin imkânı yoktur. Bugüne kadar yapılan bu çalışmaları ortadan kaldırıp, bütün Suudilerin hafızasını yenileseler bile eserler orada durmaktadır. Tarih boyunca Ashab-ı Resul dâhil, bütün Müslüman hükümdarlar ve hanedanlar Haremeyn’e hizmet için yarışmışlardır. Osmanlılar da bunlardan biridir. Kaynakları karıştıran o zavallı yazara soruyorum: Kuşkusuz, Harem-i Şerif’te yaptığı genişletmeler ile büyük hizmeti geçen belki geleneğe öncülük eden o büyük insan, Hz. Osman’dan kalma (ona atfedilen ahşap revaklar dahil) bir mekan gösterebilir mi? Oysa, her gün binlerce; hac mevsimlerinde de milyonlarca Müslümanın tavaf alanına giderken altından geçtikleri yüz elliden fazla kubbe kimler tarafından yapılmıştır? Osmanlılar bu hizmeti, bugün övünülsün diye değil; insanlar arasında, “takvadan başka bir fark gözetmeyen” dinlerinin bir gereği olarak yapmışlardı. Zaten bana cevap veren yazar gibi; Emevileri de felakete sürükleyen o kabileci, ırkçı anlayışa sahip olsalardı, namları çoktan tarihten silinmiş olurdu. Şimdi bir kere daha soruyorum: Kanuni’den itibaren Harem-i Şerif’te hizmetleri görülen Osmanlı sultanlarını inkâr ederken; IV. Murad’dan utanmadınız mı? Bugün hâlâ etrafında tavaf yapılan Kabe-i Muazzama’nın son banisi o değil midir?

Bu hakikatleri örtmeye kalkarken, bilmediği sularda yüzüp boğulan Tufeyli (et-Tureyfi) toptan Türk tarihini ve Osmanlıların kuruluş hikâyesini inkâr etmektedir. Hatta Osmanoğullarına isnat edilen Kureyşilik iddiası üzerinden bir paradigma geliştirmektedir. Tarih okuma becerisinden yoksun, metodoloji bilmeyen birine verilecek en iyi cevap şudur:

Abbasi hilafetini koruyan Selçuklu ve Haremeyn’i Portekiz istilasından kurtaran Osmanlı hanedanının tarihleri 10. asra kadar takip edilmesine rağmen, her zaman cerh ve tadile muhtaçtır. Ama bunu ne sen ve ne de seni kullananların yapmaya kudreti yoktur. Zira sen, 13-14. asırları tartışırken, çok daha yeni olan Suud tarihini unutuyorsun. Hatırlatayım istersen: 2000’li yıllara kadar Aneze aşiretinin bir kolu olarak anılan Suud ailesinin, -yazdırılan bir makale ile- birden Kureyş ile akraba olan Benu Temim’in Benu Hanife koluna mensup olduğu ileri sürülmedi mi? Hatta daha önce Suud ailesini, Aneze kabilesi ile ilişkilendiren resmi yayınlar imha edilmedi mi? Bu -sürpriz- değişikliğe tarih ilmi izin verdiği müddetçe benim söyleyecek bir şeyim yoktur. Ama sen kendi gözündeki çöpü görmeyip, başkalarının gözündeki çapağı mızrak zannedersen, elbette söyleyeceklerim çoktur.

Şimdilik sadece şunu hatırlatmakla yetineyim: Sana yazıları yazdıranlar, bir zamanlar el Osmaniyun ve âl-i Suud fî’l Arşifi’l-Osmani kitabım için de Suudi tarihçilere raporlar yazdırmışlardı. Kral Selman ile (veliahtlığının son günlerinde) yaptığımız müşterek bir toplantının sonunda bana verilen o raporlar için; “Bunların hiçbir ilmi değeri yoktur, tamamen duygusal değerlendirmelerdir“ denilmişti. Sayın Tureyfi, kulağına küpe olsun. Bir gün senin yazılar için de aynı şeyler söylenecektir.

#Suud
#Arap
#Tarih
4 yıl önce
Suudilerin benimle dertleri nedir?
MEB"de şube müdürü olmak isteyen öğretmenlere pratik bilgiler
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?