|
“Yemin olsun neşredip yayanlara”

Hüsn-i hat, hattatın asıl görme ve idrak mahalli olan kalbinin gönlüne ve fiiline etkisiyle, diğer bir söyleyişle idrak, niyet ve fiilinin hâlleri üzerindeki tesiriyle zuhura çıkan şeydir.

Bu nedenle hüsn-i hat, duygusallık, öznellik gerekçesiyle ferdi kendi beğenisine karşı güvensizleştirip, onu başkasının güzellik yargısına, daha açık bir söyleyişle sanat ruhbanlarının yargılarına mahkum eden estetizme tabi olarak asla yorumlanamaz.

Bu durumda eseri, güzelliği, üslûbu vb. cihetinden hüsn-i hatta dair söylenebilecek hemen her şey, sözüm ona bir bilim olan estetiğin dışında gerçekleşeceği için, spekülatif bir mahiyet kazanacak ya da aklî karşılığı olmayan bir değer yüklenecektir.

İslam sanatının oluşumu ya da müesses durumu hakkında araştırma yapanların –ki bunların çoğunluğu akademisyenlerdir- içine düştükleri çelişki de tam buradan kaynaklanmaktadır: Bilim olarak verili estetiğe tabi olma zorunluluğuyla, kaynağı ilâhî olan güzellik bilgisini içselleştirmek arasındaki yaman çelişki...

Bu çelişkiden kurtulmanın ilk yolunun, İslam sanatını kendi kaynakları içinden anlamaya ve anlatmaya bağlı olduğu ise aşikardır ve dolayısıyla “bu estetik bilimine uygun değildir” yargısına karşı dudak bükerek, daha net bir söyleyişle bu yargıdan müstağni olarak bakmak gerekir.

Evet, bu tutum sözüm ona bilimsel estetik cihetinden ilgili çabamızı karşılıksız kılar ancak İslamî bilgi açısından bizi doğru bir yerde konumlandırır. Haliyle dayatılmış bilimselliğin reddi de ancak bu tarazda bir sahiplenme ve ısrarla mümkün olabilir. Değilse uyum, sentez arayışları içinde Batı estetiğinin ruhbanlarına karşı daima boynumuz bükük kalacak; efendisinden anlayış ve tezkiye bekleyen köle psikolojinin taşıyıcıları olmayı sürdüreceğiz.

Yine de bunları derken Batılı estetizmin felsefi mimarlarının fikirlerine itibar etmemeyi salık vermiyoruz. Bilakis, bizde olanın farkını ve değerini daha iyi idrak edebilmek için onların fikirlerine bir ayna olarak ihtiyacım vardır; hüsn-i hattı Kant estetiği içinden konuşamamayız ancak, onu kendi ilmi içinde doğru anlama ve yorumlama minvalindeki çabamızda, mümkündür ki ondan kendi aklımızı ve dilimizi aydınlatacak kimi pencereler ve kavramlar üretebiliriz. Ancak son tahlilde hüsn-i hat, İslam yazısı olması esasında ancak İslamî bilgiyle ve onun yapılandırdığı zihniyetle bir tefsire, çözümlemeye, eleştirel değerlendirmeye konu edilebilir.

Eriştiğimiz bu noktada ilgili tezimizi Mürselât sûresinin ilk altı ayeti üzerinden temellendirebiliriz. Bunun için önce o ayetlerin meallerini nakledelim:

“Ardarda gönderilenlere; Böylece estikçe esenlere; Yaydıkça yayanlara...; Ayırdıkça ayıranlara; Bir öğüt bırakanlara; Ve mazeret ya da uyarı olsun diye öğütle buluşturanlara (yemin ederim ki).”

“Mürselât sûresi Mekke döneminde, muhtemelen nübüvvetinin 4. yılında Hz. Peygamber Mina’da bulunuyorken nâzil olmuştur. Adını ilk âyetinde geçen ‘mürselât’ (gönderilenler) kelimesinden alır. Müfessirler bu kelimenin âlemin idaresiyle görevli melekleri, rüzgârları, peygamberleri veya Kur’an âyetlerini ifade ettiğini belirtirler. Ayrıca yine ilk âyetinde yer alan kelimeden dolayı Urf (örf) sûresi olarak da isimlendirilir. Yeminle başlayan sûrelerden olup elli âyettir. (...) İnsanda sorumluluk duygusunu güçlendiren âhiret hayatını etkili ifadelerle tasvir ettiği göz önünde bulundurularak nübüvvetin ilk yıllarında ilâhî vahye ve onun insan davranışlarını disiplin altına alan ilkelerine karşı gösterilen inatçı direnişler sebebiyle nâzil olduğunu söylemek mümkündür.

Mürselât sûresinin muhtevasını bir giriş ve iki bölüm halinde ele almak mümkündür. Giriş niteliğindeki ilk beş âyette Sâffât ve Zâriyât sûrelerinde olduğu gibi ardarda bazı güçler üzerine yapılan yeminler dikkat çekmektedir.” (DİA)

Mezkur yeminlerin mahiyeti ve muhatabı hakkında geniş bilgi için sizleri Keşşâf Tefsiri’ne yönlendirirken, kendi konumuz bakımından Elmalılı’nın tefsirini esas alarak, üzerlerine yemin edilen “mürselât, âsıfât, nâşirât, fârikât, mülkıyât” kelimelerinin melekler, rüzgârlar, Kur’an âyetleri veya insanların kalplerine doğan düşünceleri ifade ettiğini belirtelim.

Burada, Kur’an esasında insan kalplerine doğan düşünceleri, Yaydıkça yayanlar’dan olma imkanıyla, “Ve mazeret ya da uyarı olsun diye öğütle buluşturanlara...” hükmüne tabi bulunan hattatlara çevirmemiz konusunda Elmalılı bize cesaret vermektedir.

Onun neşir ve zikir kelimeleri üzerinden yaptığı yoruma ve hatla ilişkisine sonraki yazımızda bakalım inşallah.

#Hat
#İslam
#Sanat
3 yıl önce
“Yemin olsun neşredip yayanlara”
Hükümet tehlikenin farkında mı?
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!