|
Yin… Yang…

İngiltere-ABD-Avustralya arasında inşası başlatılan askeri ittifak ‘A-UK-US’ ile İran’ın ‘Şanghay İşbirliği Örgütü’ne -kıdemli üyelerin yıllarca ayak sürüdükten sonra- hızla alınması arasında bir ‘ahenk’ var. Zaten araları 48 saat…

Özne Çin olduğundan ‘Yin-Yang gibi’ diyebiliriz. Şeklen, biri kara üzerinden Doğu’dan Batı’ya kavisleniyor.. Diğeri deniz üzerinden Batı’dan Doğu’ya…

Nitelik açıdan her birinin içinde kötülük.. Her birinin içinde iyilik var!
Birbirine bağlı/bağımlılar. Diğerini dönüştürecek kadar…

Bize yakın taraftaki akış, İran-İsrail-Yunanistan çizgisinde ayrı bir anafor yaratıyor. Birazdan geliriz…

***

AUKUS, Avustralya denizaltılarının geliştirilmesi/nükleer sınıfa geçmesi meselesi değil. İstenen düzeye erişmesi yıllar sürecek. Bugünden yarına hayal. Ama ABD-Çin rekabetine bir ‘
kalıp
’ getirdi…
Benzer şekilde, ŞİÖ’nün İran’ın üyeliğini resmen onaylaması da şablonik ivmeye sahip. Çin ve Rusya liderliğindeki ŞİÖ, İran’ı 13 yıl bekletti. Daha da bekletirlerdi ama uluslararas
ı ilişkilerin ‘abrakadabra’
sözcüğü ‘konjonktür’
sihrini gösterdi yine…

Kendileri bile hatırlamaz, işlerine gelmez şimdi ama, 2010 yılında İran’ı üye yapmamak için, ‘aday ülkelerin BMGK yaptırımı altında olmamaları’ mealinde kriter bile üretmişlerdi. Hoş, bu tür ‘hokus-pokus’lar olmasa bile örneğin Tacikistan’ın şerhi vardı İran’a.. Yakın zamana kadar da sürdü…

Bunların anlamı şu; ŞİÖ’nün liderleri, İran’ın önünü açmayı uygun gördüler çünkü şartlar öyle gerektiriyordu; Afganistan meselesinin açtığı kulvarla birlikte Çin’in Tahran’a verdiği güçlü ekonomik-politik destek zaten öncülleriydi…

Kısaca,
İran’ın rolü büyüdü.
Bunu, Körfez ülkelerinin tutumundan da izleyebilirsiniz, Batı içinde Tahran’a daha iyi davranılmasını isteyen oyuncu sayısından da takip edebilirsiniz.

İran’a yönelik Batı yaptırımlarının kalkması bekleniyor. Özellikle ABD’nin -şu sıralar her konuda olduğu gibi- burada da ‘darlandığı’ gözlemlenebiliyor. Eğer İran’ın nükleer kapasitesi ve doğal devamında askeri gücü ortadan kaldırılmayacaksa, eh bu da mümkün görünmüyor, anlaşmak gerektiği buz gibi ortada…

Geçtiğimiz 20 Eylül’de İngiltere Dışişleri Bakanı ile İran Dışişleri Bakanı’nın New York buluşmasını hatırlayalım; nükleer taahhütlerine uyan bir Tahran için ABD’nin ikna edilebileceğini söyledi Londra. Arkası zaten İngiltere-İran ilişkilerinin de iyileşmesidir. Tüm ‘Yin-yang’ dinamiklerine uygundur!

Bu ‘teklif’ de zaten
İran’ın
ŞİÖ’
ne üyeliğinden 48 saat sonradır.
Batı’nın, Moskova ve Pekin’in acelesini anlıyoruz. Sadece, küresel politik değil ekonomi var.

***

Tahran’da yeni bir hükümet olduğunu da unutmayalım. İbrahim Reisi iktidarı, Doğu ile hızlı ve sıcak ilişkiler kurmaya ilgi gösterdi. Ancak Batı sermayesi ve teknolojisine kapıları kapadığını söyleyemeyiz. Kendileri de söylemiyor zaten. İran’ın denge arayışları, ekonomi başta her yöne daha az muhtaç Tahran yaratma politikalarından geliyor. Yeni hükümetin karakteri biraz böyle ve sadece Dışişleri Bakanı Abdullahyan’ın öyküsüne baktığınızda, mesele anlaşılır. Çok tecrübeli diplomattır ama Devrim Muhafızları ve Kasım Süleymani’yle özel arkadaşlığının anlattıkları daha akılda tutulmalı…

***

Tıpkı Afganistan’da olduğu gibi -bilhassa maden işinin/rekabetinin büyüyeceği açık- İran için de Doğu ve Batı oyuncuları milyarlarca dolarlık işbirliği sepetine ilgi gösterecekler. Aslında
Çin sınırından, Doğu Akdeniz’e kadar uzanan bu ‘yol’, başlıbaşına ‘yeniden inşa’ alanı.
Suriye dahil. Yani işin bir tarafı politik bir tarafı ‘tamamen duygusal’…

Sonuç olarak İran hem büyük oyuncular hem bölge açısından bir ‘faktör’ haline geliyor. İşte bu noktadan sonra, Türkiye ile İran arasında yaşandığı bahsedilen gerginliğe değinmemiz gerekiyor…

Çünkü niteliği ve niceliği flu. Bir takım kapalı söylemler üzerinden gelişiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında yapılan Soçi zirvesinin ‘baş başa’ vurgusu, yüksek bürokrasiden/bakanlardan arındırılmış olarak anlaşıldı ama ‘İran’dan da arındırılmış’ akla hemen geldi.

Türkiye-Pakistan-Azerbaycan, ‘Üç Kardeşler Tatbikatı’nın Tahran’da yarattığı huzursuzluktan bahsedildi. Normaldir. Konu bu ise
İran’ı uykusuz bırakan gelişmelerin Azerbaycan-Ermenistan savaşının ardından ortaya çıkan tablo olduğunu herkes biliyor.
Keza,
Irak ve Suriye’deki İran
etkisinin de Türkiye’yi huzursuz ettiğini, en azından yakından takibe zorladığını biliyoruz. Bölgenin iki önemli devleti arasında rekabet doğal. Tabi bunu, her
iki başkentin oyunun kurallarını artık eksiksiz bildikleri ve dış faktörlerin bu rekabeti ‘teşvik edici’ uygulamalarına bağışıklık kazandıkları varsayımına yaslanarak yapıyoruz.
Yoksa kimse ‘sportif bir rekabetmiş’ gibi ‘mühim olan yarışmak’ türünden pamuk diplomasiden bahsettiğimizi sanmasın.. İran’la anlaşamayacağımız çok nokta var. Ama
anlaşabilecek olduklarımız bölgeyi peşinden sürükler…
Mesela.. İran’ın Azerbaycan’la gergin olduğunu biliyoruz. Bu konuda yerimiz, yurdumuz belli. Değişmez. Ama
İran’ın bu rahatsızlığının önemli bir parçasının ‘Azerbaycan-İsrail’ ilişkisi olduğunu biliyor muyuz?

‘Biliyoruz’ dediğinizde, bir ucu Moskova-Tel Aviv’e, bir ucu tüm Kafkasya’ya, diğer ucu güney sınırımızın ‘tamamına’ giden bir harita açılır önünüze…

Yunanistan’la kapatacaktık parantezi.. Yazacak, paylaşacak bilgi çok, yine yetiştiremedik. ‘İnşallah bir sonraya’ diyelim…

#İngiltere
#ABD
#Avustralya
#Çin
3 yıl önce
Yin… Yang…
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler