Bankaların kârlılıkları üzerine hayli tartışma getirildi. Bankaların yabancı sermayenin eline geçmesi ve ortakların döviz cinsinden getiri bekliyor olması üzerindeyse durulmadı. Hatta neredeyse işin bu kısmına hiç dokunulmadı dahi. Bu es geçiş bile yerli sermayeli bankaların piyasaya hâkim olmasının ne denli önemli olduğunu göstermeye yeter. Çünkü çarpık bir durum olsa da eleştirilmeyecektir.
Türkiye, 80 sonrası dönemde bankalarının bir bölümü, kısmen yahut tamamen yabancı sermayeye geçmiş bir ekonomidir. Sıcak para (toksik portföy yatırımları) yanında biraz da bankacılık sisteminin bu yapısı yüzünden daha önce köşemden Türkiye için finansal yerlileşme (globalizasyondan dönüş) tartışmasını açtım. Türkiye gerçekten finansal globalleştirilmesinden geri dönüyorsa sadece portföy yatırımları değil, bankacılık kesiminin ortaklık yapısı üzerine de düşünmesi lazım gelir. Sıkça bir ihtiyaç olduğunu vurguladığım kooperatif bankacılığı gibi toplumun kendine ait olan bankaların sisteme kazandırılması bu nedenle önemlidir.
Mevduat bankaları içinde yabancı sermayeli bankaların aktif payı bugün için %24 civarıdır. Fon toplamaya yetkili diğer gruptan olan yabancı sermayeli katılım bankaları eklendiğinde bu oran yükselir. Yerli sermayede olup yabancı ortaklarının belli bir ağırlığı olanları da katarsak oran bir miktar daha artacaktır. Yüksek kabul edilecekse yabancı sermayeli bankaların piyasadaki ağırlığı, yeni tür ve uzmanlıktaki yerli sermayeli banka girişleriyle daha rekabetçi bir bankacılık piyasası ortaya çıkarılarak azaltılabilir.
Finansta yabancı sermayeye karşı değilim, keşke daha çok olsa. Ama yerli sermaye daha da çok olsa…
Bir de tartışmanın daha da es geçilen paylaşım meselesi var. Bankalar kâr ediyorken personelleri bu kârlılıktan hakkını alabiliyor mu? Yoksa aslan payı sermayeye mi bırakılıyor? Tablo’da 2021 sene sonu itibariyle 10 büyük mevduat bankasının, toplam mevduat bankaları içinde aktif-personel gideri-kârlılık-özkaynak olmak üzere aldıkları payları gösterdim.
Personel gideri payı, kârlılıktan aldığı payın üzerinde olan 5 banka var. Bunların çoğu kamu sermayeli bankalar. Diğer taraftan kârlılıktaki payı, özkaynaktaki payının altında olan 4 banka var. Gene bunların çoğu kamu sermayeli bankalar.
Genel itibariyle kârlılıktaki payı, personel giderindeki payından büyük olan bankaların oluşturduğu fark makul bir seviyede görülebilir. Çünkü bunlardan önemli olanların özkaynak payının, aktif payından büyük olduğu göz ardı edilemez. Ancak ya özkaynak payının büyük olması zaten bir paylaşım sorunuysa? Yani bu eski emek tortusu öteden beri bu bankaların paylaşım modelinin yanlışlığından kaynaklanıyorsa?
Kârlılıktaki payı ile personel gideri payı arasındaki pozitif fark makul olanlar için değerlendirme yapmak zor. Ama kârlılıktaki payı, personel giderindeki payının iki katı olan banka bulunduğu göz önüne alındığında cevap, evettir.
İşte, meseleye biraz da yerlilik vurgusuyla rekabetçi bir para piyasası ortaya çıkarılması üzerinden ele alarak başlamam bundandır. Ücretleri bihakkın toparlayacak olan biraz da rekabetçi piyasa yapısıdır. Bir bankanın kâr ve ücret ilişkileri bakımından bu denli ayrışması rekabetçi bir yapıda mümkün olmayacaktır. Çünkü iyi personelleri tutamayacak yetersiz personelle de bir yere varamayacaktır. Türkiye’de para piyasası üstüne daha dikkatli düşünülmezse bugün olumsuzluk olarak görülmeyen dinamikler yarın ayağına dolanabilir.