|
Maliye politikaları mı, para politikaları mı, yoksa…

Tüm dünya bir tercihi tartışıyor; para politikası mı, maliye politikası mı? Neredeyse hiçbir ekonomi hem maliye hem para politikalarının ikisini birden işletecek durumda değil. Ya borçlular ya da bugünkü para sisteminin mağdurular. Hatta birçok ekonomi aşırı borçlu olduğu için ne para politikasına ne de maliye politikasına başvurabilir durumda. Tamamen kayıtsızlar.

Bana sorularsa ne para politikaları ne de maliye politikaları derim. Para etkisiz olmalıdır görüşüne bugünkü para sisteminin kusurlarından da hareketle katılırım. Maliye politikaları ise bugünkü paradigmadan kendi başarısı kendini yok edecek bir enstrüman seti sunar. Vermenin sonu olmadığı gibi refah devleti düşüncesinin gereği olarak görülür ve refah devleti uzun zaman önce terk edilmiş bir ideolojidir. Para ve maliye politikalarını gene de yadsımıyorum ama olağan değil, olağanüstü durumların enstrümanı olarak ele alınmalı diye düşünüyorum. Bunlar zaten olağanüstü durumlarda başvurulan araçlardır denebilir. Ama uygulama öyle değildir. Bugünkü şartlar olağanüstü değil midir, diye sorulsa ona da “evet öyledir” cevabını veririm. Fakat bu olağanüstülük bir eksiklikten kaynaklanıyor. Hatta bu eksikliği şeksiz ve gümansız destekliyoruz. Böylece de para ve maliye politikalarına çekemeyecekleri yükler vuruyoruz.

Bence para ve maliye politikalarından başka ya da onları minimize eden üçüncü bir yol var; o da üçüncü sektördür. Yani sivil toplumun kendi mekanizmaları…
Vakıflarıyla, kooperatifleriyle, sosyal finansıyla ve diğer yönetişim araçlarıyla
kurabileceği regüle edici bir güç… İşte bu eksik… Ve dahi kanaatimce ekonomi politiğin asıl bileşenidir; üçüncü sektörün işletilmesi.
Onun yokluğu yahut yetersizliği olağanüstülük potansiyelini artırıp canlı tutar ve maliye politikasına haddinden fazla anlam yüklenmesine neden olur. Üstelik maliye politikasına, sivil toplumun kendi mekanizmalarının yokluğu telafi ettirilmeye çalışılırken enerjisi dağıldığından bazen yararsız bir yama gibi durur ve bu hissedildiğinde devletin sorgulanmasına kapı
açılır.
Atıfta bulunadurduğum olağanüstülükten neyi kastettiğimi de şöylece ifade edeyim;
sivil toplumun kendine yetmediği, yetişemediği haller.
Afetler, şunlar, bunlar değil kastım. Fertlerine ayrıldığında sivil toplum, en çok kapitalist dinamiklerin yoğun çalıştığı bir ortamda kendine yetmez, çaresiz kalır. En belirleyici olağanüstülük budur. Hem kaçınılmazdır. O yüzden toplum fertlerine ayrıştırılmıştır zaten. Sürpriz yok, bugün dünya kapitalizmin onu getirdiği yerdedir. Kapitalistin insafına terk edilmiş durumdadır. Tüm fraksiyonlarıyla…

Hatta en doğru maliye politikası, bir defalık sivil toplumun kendi mekanizmalarının ortaya çıkarılması ya da yeniden ihyasını desteklemek olur da diyebilirim. Ve tarih boyunca var olan bu mekanizmaların itinayla söküldüğüne de dikkatinizi çekmek isterim. Hem maliye politikasının neredeyse sadece bu söküm işi için kullanıldığını da söyleyebilirim. Kapitalizm adeta devleti kendi silahı olarak kullanmıştır bu operasyonda. Bireye, “özgürlük” kisvesi altında onu kapitalistle baş başa bırakan yalnızlık sunmak için…

Bu yalnızlaştırma politikası ortadayken sivil toplumun kendi mekanizmalarının ortaya çıkarılması yahut yeniden ihyası teklifime dönersem; kapitalizmin silahını kapitalizmin aleyhine kullanmayı teklif ettiğim de rahatlıkla analiz edilebilir.

Bu bir iktisadi güvenlik meselesidir. Kapitalist sorunların önemli bir bölümünün üçüncü sektörün işletilmesinden başka çözümü de yoktur. Çünkü kapitalistin dini, vatanı, milleti, hiçbir değeri yoktur. O bunları kapitalistliğiyle takas ettiği için kapitalisttir.

Kapitalistin kendisini bir güvenlik sorunu olarak görmüyorum. Kapitalistten korkmuyorum da… Bir bütünlük içinde kapitalistler hep var olacaktır ve bu bir sorun değildir. Ama sivil toplumun kapitalistle kayıtsız biçimde baş başa bırakılmasının sorun olmadığını kimse söyleyemez. Çünkü toplum rehin alınırsa devlet tehdit edilebilir ve kapitalistler de bunu yapabilmek için kapitalistliği seçer.

Hayvanlar âlemini tanıtan bir belgesel görmüştüm; tek eşlilikte romantizmi sürdürmek zorlayıcıdır, şeklinde bir ifade geçmişti. Kapitalistle evlilikte romantizmi sürdürmek zaten imkânsızdır.
Tekel ve tekelci zihniyet tahakkümdür.
Ya toplum ya da toplum için devlet, sürekli ödün vermek durumunda kalır.

Sivil toplumun kendi mekanizmalarının varlığı, sivil toplumla kapitalist ve devletle kapitalist arasına bir bariyer oluşturmak anlamı taşır. Yoksa kapitalist efendiler kendi duvarlarını örer. Ya içinde olursunuz ya dışında... İçinde köle, dışında parya…

Ben derim ki; kapitalistle baş başa kalınmaz. Başa baş kalınır. Artık matematik kaça kaç kalırsa… Herkes hakkını alır.
Bu eksiklik giderilmezse her şey bir kandırmacaya dönüşecektir. Tıpkı
doğaçlama dans festivali faciası
gibi… Hala zihinlerde taze olan bu
hezeyan performansı, bugün Türkiye’de ve dünyada piyasaya hâkim olan anarko-kapitalizmin bir tür soyutlanması
olarak okunacaksa sanat memlekette zirve yapmıştır, der sevinirdim. Ama izlediğimiz görüntülere bakarak bu aşırı ince bir espri olur.
Türkiye’nin ve dünyanın, her yere sirayet etmiş kapitalist düzlemin
var-olmayan-katma-değere-para-ödettirmek-belasından
kurtulması için piyasa disiplinini yeniden nasıl sağlayacağını, daha fazla tartışması lazım. Bırakalım dünyayı, Türkiye hedeflerde mutabıksa, mesele budur. Ben kendi zaviyemden sivil toplum referansına dönmekte daha fazla gecikilmemeli diye düşünüyorum. Bugünkü tartışma; yok şu avantajı seçip bu dezavantaja mı katlanalım, vay olmaz popülizminden tam tersini mi yapalım, kısırlığındadır. Hepiniz biliyorsunuz ki; paradigmayı değiştirmeden bir çıkış yolu yok efendiler.
#Türkiye
#Kapitalizm
2 yıl önce
Maliye politikaları mı, para politikaları mı, yoksa…
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset