Globalleşmeden vazgeçiş bugünün yeni trendidir. Mesela “make America great again” ya da “America first” globalleşmeden vazgeçişin sloganlaştırılmış halidir, başka bir şey anlatmaz. Sadece ABD değil, tüm dünya pandemideki kırılganlıklar, savaştaki bağımlılıklar derken bu akıma kapılmış durumdadır. Türkiye dâhil. Hem daha geniş bir bağlamda ve daha yapısal biçimde... Bu tespitime “ama Türkiye ihracatını artırmaya odaklanıyor, bu da globalleşme düşüncesi içinde kaldığını göstermez mi?” şeklinde haklı bir itiraz gelebilir. Ben de buna; Türkiye’nin globalleşmesinin doğru analiz edilmesi gerektiği, cevabını veririm.
Şimdi bu analizi yapalım. Gelişimi incelendiğinde dünyanın uluslararası şirket yatırımlarıyla ve mal -kanalından globalleştirildiği görülür. Fakat Türkiye için durum farklıdır. Türkiye mal kanalından globalleştirilmemiş hatta kendi globalleşmesini yaratmıştır. (Buradan hareketle globalleşmede globalleştiren ve globalleştirilen gibi iki tarafın bulunduğu da anlaşılabilir.) Gene de Türkiye mal pazarında kendi globalleşmesini yaratmak için finansta globalleştirilmeye maruz kalmıştır. Daha doğrusu mal ve hizmet pazarında kendine yetmek ve globalleşmek için mali olarak eksik kalması hasebiyle finansta globalleştirilmeye bağımlı hale gelmiştir.
Türkiye bugün eş anlı olarak hem mal ve hizmet pazarında globalde daha güçlü bir oyuncu olmaya hem de finansal anlamda bağımlılığından kurtulmaya çalışmaktadır.
Politikanın handikabı bunu mevcut ekonomi doktrini içinde icraya çalışmasıdır. Amerika için de handikap aynıdır, başkası için de… Hem Amerika yeniden büyük yapılacak hem de mesela kotalar indirilmek durumunda kalınacak, çünkü kamuoyu Çin malına talep duymaya devam edecektir. İçeriden baskılar olduğu gibi dışarıdan da konjonktür yardımcı olmayacaktır derken, Ukrayna-Rusya savaşı ABD’nin alanını genişletmiştir. Zor olsa da bunu başarabilme ihtimali vardır.
Türkiye’nin finansal globalleştirilmesinden vazgeçerken konjonktürün desteğine ihtiyaç duyması bir zamanlama hatası olarak değerlendirildi. Ama belki de Türkiye, tam da diğer ülkelerle beraber harekete geçerek geride kalmamış oldu. Fakat pazarlarda daha güçlü var olması için Türkiye’nin daha fazla nitelikli yatırım yapmasına da ihtiyaç olduğu biliniyordu. Bunun için de uygun kredi imkânından öte kaynak lazımdı. Bu halde finansal globalleştirilmesinden vazgeçmesi yanlış bir strateji olarak görüleceğinden burada ortaya koyduğum tezle çelişkili değil midir?
Şöyle cevap vereyim; ben Türkiye ekonomisinde bütün gidişatın enerji-güvenlik (savunma)-finans üçlü sacayağında (diğer sektörleri göz ardı etmeden) ilerletildiği şeklinde okuma yaptığımı defaten beyan ettim. Finansta globalleştirilmeden vazgeçmesi sıcak para karşıtı söylemiyle de okunabilir. Fakat Türkiye İstanbul Finans Merkezi stratejisini de ortaya koymuştur. Türkiye aslında finans merkezlerinin globalleştirmesinden sakınmak üzere finansta da kendi globalleşmesini yaratmayı hedeflemektedir, diye anlıyorum.
Peki, diğerleri aynı paradigmadan Türkiye’nin mal ve hizmetlerinden vazgeçebilir mi? Geçemez. Tedarik zincirindeki rolüyle de, zaten mal ve hizmet anlamında lütuf gibi açık kalışıyla da geçemez. Hele enerji ki onu ayrıca tartışacağım.