MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu), ülkemizde sadece eğitimin nasıl bizim medeniyet dinamiklerimizden beslenerek birinci sınıf, kabına sığmaz, yeni ve parlak nesiller yetiştirilebileceğini gösterme çabası değil, aynı zamanda ve esas itibariyle Türkiye’de omurga bir gençlik, fikir, kültür ve sanat hareketi olabilecek kapsamlı ve uzun soluklu bir hakikat medeniyeti inşa etme yolculuğu, kaygısı, mücadelesi ve mücahedesidir. Bu nedenle, önce esaslı, üzerinde 40 senedir kafa patlattığım, benden önce de
MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu), ülkemizde sadece eğitimin nasıl bizim medeniyet dinamiklerimizden beslenerek birinci sınıf, kabına sığmaz, yeni ve parlak nesiller yetiştirilebileceğini gösterme çabası değil, aynı zamanda ve esas itibariyle Türkiye’de omurga bir gençlik, fikir, kültür ve sanat hareketi olabilecek kapsamlı ve uzun soluklu bir hakikat medeniyeti inşa etme yolculuğu, kaygısı, mücadelesi ve mücahedesidir.
Bu nedenle, önce esaslı, üzerinde 40 senedir kafa patlattığım, benden önce de Cumhuriyet döneminde Necip Fazıl’ların, Sezai Karakoç’ların, Nurettin Topçu’ların, Cemil Meriç’lerin, Erol Güngör’lerin, İsmet Özel’lerin “Nasıl Müslümanca bir zihin ve zemin inşa edebiliriz?” sorusunun cevabının izini sürdükleri medeniyet meselesi üzerinde kafa yordukları bir hakikat medeniyeti mefkûresi geliştirme ve bunu zamanla adım adım hayatın her alanına nakşetme uzun yolculuğuna çıkmak kaçınılmazdı.
Bu yolculuğa çıkacak insanları ben sahabeye ve bütün medeniyetlerin “kurucu şahsiyetleri”ne atıf yaparak “öncü kuşak” olarak tarif ediyorum. Öncü kuşak sadece sahabeden ibaret değil; sahabenin diriltici ruhunu tarihe, zamana ve mekâna nakşedecek, her dem yeni doğacak, yeniden doğacak, ön alacak, öncülük yapacak başta tabiîn ve tebe-i tabiîn olmak üzere, hakikatin özünden, bizzat şahsen, doğrudan kaynağından kana kana içtikleri için bize hakikatin özsuyunu tattıracak selef-i sâlihîn olarak adlandırdığımız tarihin bütün yaşanan zamanlarına, çağlarına hakikat medeniyeti çağrısının köksalmasını sağlayacak, bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, bu dünyayı aşacak, başka dünyalara, çağlara ulaşabilecek kalibrede, kalitede bir çağrının sahibi, tarihi yazacak ve yapacak parlak nesilleri, hayata aktarılabilir bir hakikat medeniyeti mefkûresi geliştirecek, bu mefkûreyi yaşanabilir bir dünya inşasına dönüştürecek yürek ülkesinin çocukları, fikir, oluş ve varoluş çilesi çeken vefakâr, cefakâr ve fedakâr güzel Müslümanlar olarak tanımlıyorum.
Bir hayalden mi bahsediyorum, ham bir hayalden mi? Elbette ki, hayır. Gerçekten bahsediyorum: Tarihin en temiz nesillerinden. Sahabe, tabiîn, tebe-i tabiîn, selef-i sâlihîn, hem kendilerini aşan, kendilerini aştıkları için de çağlarını aşarak başka çağlara, çağrılara ve insanlara da ulaşan, ses veren, nefes veren, nefes olan ayrıksı insanlar. Hep önden giden şahsiyetler, iz süren şahsiyetler. İz bırakan, hakikati canlı diri, taze bir ruh iklimi inşa ederek yaşayan ve yaşatan öncüler. İslâm medeniyeti tarihi bu öncülerin, öncü kurucu şahsiyetlerin eseridir.
Ahlâk anıtıdır bu öncüler. İlmin, irfanın, hikmetin zirveleri. İnsan-ı kâmil merdivenlerini dura dinlene, olgunlaşa olgunlaşa adım adım tırmanan hakikat medeniyetinin vefakâr, cefakâr ve fedakâr erleri, erenleri ve pîrleri. “Beşinci mevsim”in neferleri ve nefes erleri, kısık, dip sesleri. Nedir bu “beşinci mevsim” peki?
Bunu önceki yazımda yer verdiğim, MTO’muzun en parlak talebelerinden Hayrunnisa Karaman kardeşimin MTO Çorum Kampı izlenimlerini kaleme alan yazısını sosyal medya hesabında duyuran MTO’nun parlak isimlerinden Fatma Zehra Kurtaran kardeşimle yazışmalarını ve benim araya girerek yaptığım katkıyı sizlerle paylaşarak göstermek istiyorum. Fatma Zehra, Hayrunnisa’nın “Çöl büyümesine gül devrimi vaktidir” başlıklı yazısını şöyle duyuruyor:
“Üslûp, kimliktir. Adın yazmasa da adın yazar satırlarında ve kardeşlik sadrında. Gül kokar cümlelerin, gül yetiştiren hocanın talebesi. Kalemin kavî, sözün te’sirli olsun dâim. Hayrunnisa kardeşim.”
Hayrunnisa, buna şöyle bir teşekkür mesajı yazıyor:
“Ne güzel şeyler akıtmışsınız öyle sadrınızdan... Rabbim lâyık etsin, duâlarınıza âmin ederim.”
Fatma Zehra’nın karşılığı muhteşem:
“Büyüklerin hayatından çıkardığım bir ders var: Bir konuda medh varsa orada iki şey murâd edilmiştir: Ya lâyıksındır ve Allâh, senin işitmeni ister. Ya da seni o liyâkatte görmek ister. Her ikisi de müstesnâ değil mi? Mâhire hakkı verilmeli. Bu pâye sendendir, gül güzeli.”
Bu enfes fikir alışverişi ziyafetini görür de yerimde öyle sessiz sakin durabilir miyim ben! Hemen kaleme sarılıyorum ve MTO’muzun -kampta da yaptığı nefis sunumla göz dolduran, göğsümüzü kabartan- en parlak talebelerinden Sümeyra Özel hocam başta olmak üzere, aslında bu yazışmaya katılan herkesi ihata edecek şekilde şunları yazıyorum:
“Bu nasıl özene bezene yapılmış/yazılmış bir takdir ve tebrik ifadesidir öyle! Bu nasıl incelik, bu nasıl ‘sanki kendi yazmış gibi’ bütünleşmesidir bir MTO talebesinin bir diğer kardeşiyle! Onu öne çıkarak üçüncü bir alanda hem onu hem kendisini bambaşka bir güzellikte, enfes bir kardeşlik ruhunda birleştirmesi! İki kişiden tek kişinin vücûda gelmesi bir üçüncü kişide, azîz ve lezîz bir kardeşlik zemininin inşa edilmesi…
Rektör hocamız Ali Osman Öztürk hocanın Çorum’da MTO için yaptığı, hatırlayın, Han Sohbetleri’nin bitişinde bitimsiz bir coşkuyla yaptığı nefis tarifle “Beşinci Mevsim” bu işte, böyle bir şey işte: Değdiği, dokunduğu şeye ruh üfleyecek kadar kişinin kendini aşması, hakikati hayat hâline getiren bambaşka bir düzlemde -ama evet bu dünyada- herkesin birbirine nefes olduğu Müslümanca bir hayat-dünya inşa etmesi ve armağan etmesi!
Hamd ederim Rabbime, bana bu güzel, lezzetli ve nefis duyguları yaşattığı, lutfettiği, sizlerle de zevkle paylaştıracak bir ruh güzelliği ihsan ettiği için… Evet, MTO = Beşinci Mevsim: Taze bir hava, taze bir nefes, hakikat aşkının ışığını her yere ve herkese cömertçe hediye ettiği bir Müslüman zihni, Müslümanca yaşama zemini, zamanın ve mekânın tasallutundan kurtularak, zamana ve mekâna tasarrufta bulunmayı mümkün kılan Müslüman Zeitgeist’ının (Çağa hükmedecek Müslümanca bir Zamanın Ruhu’nun) inşasının kapılarının sonuna kadar açılması önümüze… Binlerce kez hamdederim Rabbime…”
Fatma Zehra’nın o enfes cevabı gecikmiyor tabii ki:
“Teveccüh buyuruyorsunuz, hocam. Bizler birer aynayız, birbirimizi yansıtırız ve birbirimizin yankısıyız. Bu kapı samimiyet kapısıdır. Ve dahi samimi niyet kapısıdır. Yek vücutta beş mevsimi yaşıyoruz daima. Duâlarınızdan ve çabalarınızdan çok nasip aldık. Rabbim sizden razı olsun. Burada ‘sen’, ‘ben’ yok; ‘biz’ var. Birliğin çokluğu var. Kardeşin, kardeşinin ameli ile iftihar etmesi... Ha, kardeşim yapmış, ha, ben... Bunu bize tekrar kazandıran ve hatırlatan da sizsiniz Yusuf hocam. Bunun için de minnet ve hürmetle ellerinizden öperim.”
Hayrunnisa, MTO’nun varlık sebebini özetleyen üç kavramı hatırlatarak şunu yazıyor:
“Güzele / Ve yaşatana / Hamd ederim. / Samimiyet, istikamet ve ehliyet mayası üzre olalım inşallah.”
Çorum Kampı’mızla ilgili yazacaklarım bitmedi. İskilipli Ebussuud Efendi’nin 450. vefat yıldönümünde İskilip’te sadece biz vardık: MTO talebeleri. Mevlid okundu, konuşmalar yapıldı, 90 lale türü icat eden Ebussuud Efendi adına “90 Lale 90 Makale” başlıklı bir kamp planlandı. Gelecek yıl için MTO talebeleri tarafından hemen oracıkta konular dağıtılmaya başlandı. Her şey bundan ibaret değil. Asıl sürprizi yazmadım. Onu da yarınki yazıda yazayım.
Vesselâm.