|
"Güzelliği" putlaştırmak ve bitirmek!

Ne tuhaf! Hayatımız, tastamam bir putlar galerisine dönüştü; ne zaman, hangi puta ihtiyaç hissediyorsak, ona yöneliyoruz...

Aslında sanat meselesine girecektim ve birkaç yazıyla enine boyuna irdeleyecektim meseleyi: Foucault''nun ''modernliğin hapishanesi'' dediği, -''özgürlük kaybı'' ve ''anlam krizi'' üreten- Weber''in ''demir kafes''ine bile isteye ya da bilinçsizce nasıl ''tıkıldığımızı''; sanatın ne''liğini, sanatçının kim''liğini, sanat eserinin ortaya çıkış süreçlerini ve en önemlisi de sanat eseriyle ''karşılaşan'' insanın sanat eserine nereden ve nasıl baktığını, nasıl konumlandırıldığını; estetiğin konusunun aslında ''güzellik'' olmadığını, estetik bilimi''ni (evet, estetik bir bilim dalı!) Baumgarten''den Wittgenstein''a kadar tartışıp meseleyi İslâm sanatı''nın ne''liğine, nasıl oluştuğuna, Büyük Sinan''ın aslında ''putlaştırdığımız anlamda'' neden bir ''sanatçı'' olmadığına, olamayacağına ilişkin izi sürülebilecek cümleler kurmaya çalışacaktım; ama Cumhuriyet Pazar''da yayımlanan nefis bir röportaj, bu meseleyi ertelememe yetti.

* * *

Esra Açıkgöz, ''güzelliğiniz kadar varsınız...'' başlıklı röportaj metninde, güzellik olgusunu, Yeditepe Üniversitesi''nden doçent Altan Kar''la kadın bedeninin türlü şekillerde kontrol ve kolonize edilmesiyle geliştirilen ayartıcı ''kullanım biçimleri'' üzerinden konuşmuş bütün yönleriyle...

Açıkçası, Esra Açıkgöz, röportajda söylenenlerin -ve tabiî söylenmeyenlerin- ötesinde meseleyi o kadar güzel özetlemiş ki, önce -bu gözlemlerinden ve röportajından ötürü kendisini kutlayarak-, uzun da olsa bazı alıntılar yapmak ve sonra da birkaç gözlemde bulunmak istiyorum.

* * *

Cumhuriyet Pazar''ın manşetine çekilen şu spot, meselenin iyi bir özeti: ''Tüketim endüstrisi sadece ürünlerle sınırlı değil, bedenlerimizi de tahakküm altına almış durumda. Öne çıkardığı ikonlarla, hep zayıf kalmak, bakımlı olmak, gençliği korumak gerektiğini aşılıyor bize. Hepimiz bir Angelina Jolie ya da Brad Pitt olamayacağımızı bilsek de bu oyuna dahil olmaktan geri durmuyoruz. Biz değil artık çocuklar da tehlikede...''

''Güzellik rastgele bir laf değildir'' gibi ''kötü'' bir başlıkla sunulan röportajın 4. sayfada verilen spotunda ise şöyle deniyor: ''Sağlıklı beslenme, spor, bakım... İtiraf edilmese de hepsi ona ulaşmak için, çünkü kapitalizm, var olmayı güzellikle eş tutuyor, hele de kadınsanız. Ancak pazar, gözünü erkeklere ve çocuklara da dikti. Yakında bedeninden mutsuz milyonlarca kadına bir o kadar erkek ve çocuk da eklenecek...''

Esra Açıkgöz''ün ''sunuş'' metni, daha enfes: ''Yaz gelince ''korkusuz''ca bikinilerini giyen, ''pürüzsüz'' tenlerini ''daracık'' kıyafetleriyle sergileyen, ilerleyen yaşına ''rağmen'' yerçekimine meydan okumuş, fit kadınların konu olduğu reklamların [ve tabiî plajların-YK] sayısı da arttı. Ya geride kalanlar? Kilolular, yaşlılar, burnu kemerli, tenleri çilli olanlar... Bu masaldan onlara kalan dışlanma, yalnızlık, mutsuzluk...''

* * *

Çağdaş insan, putunu kendi yapan ve kendi putuna tapan ''yarı hayvan-yarı makina'' ürpertici bir şey''e evrildi: Şeyleşmiş bir şey''e...

İşte bu süreçte, güzellik, güzellik kavramının da içini ve ruhunu boşaltan ayartıcı bir plastisite malzemesine indirgendi: Güzellik kavramını delik deşik eden, yerle bir eden, düşünme yetilerimizi silip süpüren bir paganografi (paganizm + pornografi) nesnesi artık.

Yeni paganizm çağının tam ortasında, bir yokoluş anaforuna tutulmuş gibiyiz: Zihnimiz, bir putlar çöplüğünü andırıyor: Çağın ağlarının kıskacına kıskıvrak yakalanmış durumda/yız. Ama bunun farkında bile değil/iz.

İlginç! Oysa zihin, insanın -en temel düzlemde de olsa- farkı fark etmesini sağlayabilecek, farklı olgular arasında ayırım yapmasına imkân tanıyabilecek bilincinin, bilinçlenme sürecinin kaynağı.

Ne var ki, çağımızda insan bilincini yitirdi: Her şeyi tektipleştiren, bütün farklılıkları yutan izafîleşme, bütün değerleri değersizleştiren değersizleşme, bütün anlamları anlamsızlaştıran anlamsızlaşma, yegâne hakikat, yegâne değer ve yegâne anlam katına yükseldi.

Oysa bu, hakikatin, değerin ve anlamın yok olması, ontolojik bir şiddete maruz kalmamız anlamına geliyor.

Heidegger''in ''varlığa ontolojik saldırı'' olarak tanımladığı ''şey'', böyle bir ''şey'' işte. Ya da Michel Henry''nin ''hayat, nasıl oldu da kendi kendini yok eder hâle geldi?'' diye sorduğu sorunun cevabının izinin sürüleceği yer; insanın ''evsizleşme'', dilini yitirme, düşünme yetilerini bitirme, ruhunu yok etme süreci burası.

Evet, anlamını, ruhunu yitiren, insanı ayartıcı pornografi nesnesine, plastik bir malzemeye indirgeyen güzelliği kadar var insan artık... Buna ''var olmak'' denilebilirse elbette!

12 yıl önce
"Güzelliği" putlaştırmak ve bitirmek!
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti