|
"Şimdi yeni şeyler söylemek lazım cancağızım"

Türkiye, 1980''li yıllara kadar, yönünü, yüzünü döndüğünü söylediği Batı''ya da arkasını döndü. Yüzyıllar süren "içe kapanma"nın verdiği kasvet ve donma halinin, zihin ve ufuk daralmasının aşılmaya başlanması, ancak yirmi yıl önce başlatılan çok yönlü dışa açılma süreciyle birlikte mümkün olabildi.

Ancak Türkiye''nin, her nedense dünyaya açılmaktan hem pek fazla hoşnut olmadığı; hem de bu durumun toplumumuzun dinamizmini ne denli harekete geçirebilecek çok yönlü bir canlanma, hareketlilik sağlayacağını yeterince "farkedemediği" anlaşılıyor. Son yıllarda ülkemizin tuhaf bir karabasan ortamına sürüklenmesi bu gözlemlerimizi doğruluyor.

Arızi durumu aşmak için...

Ama ben her ne suretle olursa olsun, bu karabasan ortamının kesinlikle arızi ve geçici olduğunu; bu durumun, bizim yüzyılların engin deneyimi, mücadelesi ve birikimi sonrasında geliştirdiğimiz asli dinamiklerimizin görünürde üstünü örtse de, gerçekte yok edemeyeceğini; hatta bu ilk bakışta negatif gibi görünen ortamın bizim toplum olarak daha güçlü, köklü, kalıcı ve yeni şeyler yapmamızı mümkün kılacak asli dinamiklerimizi nasıl daha yaratıcı ve imaginatif şekillerde harekete ve hayata geçirebilmenin yolları, yöntemleri ve imkanları üzerinde düşünmemizi daha bir teşvik edeceğini söyleyip duruyorum bu sütünda.

Hafta sonunda, Kombassan Vakfı''nın Başkanı Doç. Mehmet Bayyiğit hoca ile yine Kombassan''a bağlı Esra Filmcilik''in Genel Müdürü Hüseyin Türkyıldırır''ın ortaklaşa organize ettikleri "Türk Sineması''nın Bugünü ve Yarını" başlıklı panel için Konya''daydık.

Sinemamızın en emektar senaristi Bülent Oran, yorulmak bilmeden çalışmalarını yürüten öncü yönetmen Yücel Çakmaklı ve genç sinema teorisyenlerimizden ve eleştirmenlerimizden İhsan Kabil''le birlikte Türk sinemasını 2,5 saat süreyle masaya yatırdık. İzleyicinin katılımı ve dikkati oldukça anlamlıydı. Son derece profesyonel bir organizasyonla gerçekleştirilen panele ilişkin gözlemlerimi sonraki yazıya bırakarak, burada Kombassan fenomeni üzerinde durmanın yararlı olacağını düşünüyorum.

Bu sütunu izleyen okuyucular, benim, insanımızın deruni irfanına, dinamizmine, fedakarlığına ve içtenliğine ne denli sık vurgu yaptığımı bilirler.

Yaklaşık son 200 yüz yıl süresince bizim anlam haritalarımızı ve kodlarımızı yeniden icat etmekte başarısız olmamız ve Avrupalı "büyük güçler"in İslam medeniyetinin yegane temsilcisi olan Osmanlı''nın çökertilmesi veya Toynbee''nin deyişiyle "durdurulması" konusunda gösterdikleri yoğun çaba sonrasında Osmanlı medeniyeti tarihe karışınca hem Türkiye, hem de İslam dünyası ciddi bir travmatik deneyim yaşamaya başladı.

Ancak bu travmatik deneyim, hem Müslümanlıkla hem de "bu dünya" ile sorunlu hale gelen ilişkilerimiz üzerinde daha esaslı bir şekilde düşünmemize, köklü bir muhasebe yapmamıza imkan tanıdı. Kentleşmenin rasyonelleşmeyi hızlandırdığını, rasyonelleşmenin bir yandan toplumumuzun ruhunu, zihin kalıplarını oluşturan asli dinamiklerimizle yeni şekillerde buluşma ve dünyaya, dünya kültürüne açılma sürecine ivme kazandırdığını; öte yandansa asli dinamiklerimizi yok sayan tüm değişim projelerinin toplumumuzu yepyeni yapay sorunların eşiğine getirdiğini, bu durumun enerjimizi, birikimimizi ve dinamizmimizi heyecanlı ve yaratıcı şekillerde harekete geçirmemizi önlediğini hep birlikte yaşayarak tecrübe ediyoruz.

Bugün, hem bu travmatik deneyimin nedenleri üzerinde düşünebilecek, hem de bu deneyimin çok yönlü bir muhasebesini yaparak geleceğe daha ümitle, önümüzü görerek bakmamızı, imaginatif projeler ve söylemler geliştirmemizi mümkün kılabilecek bir deneyim ve birikime sahip aydınlar, bilimadamları; siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda gözardı edilemeyecek bir varlık gösteren aksiyon adamları yetiştirmiş durumdayız.

Yaşadığımız çok yönlü tıkanma, donma ve travma halini aşabileceğimizi gösteren bazı temel dinamiklere dikkat çekmek istiyorum.

Herşeyden önce bu süreçte "çevre" olarak adlandırılan toplum, siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda "merkez"e doğru yürümeye başladığını; insanımızın ülke ekonomisine, kültürüne, siyasetine ve entelektüel hayatına özgün yöntemlerle ve söylemlerle katkıda bulunabilecek bir dinamizme sahip olduğunu kanıtlamaya başladı.

Tüketicilikten üretici ruha...

İşte pekçok diğer kuruluşlarımız gibi Kombassan da bu sürecin ürünü. Bir kere örgütlenme ve faliyet biçimi oldukça tam anlamıyla alternatif ve bize özgü. Kombassan Vakfı''nın dayandığı bu zihniyeti, heyecanlı, çalışkan ve mütevazi başkanı Mehmet Bayyiğit Hoca şöyle özetliyor: "Sermayesi tabana yayılan, 50 kişinin iştirakiyle kar ortaklığı yöntemiyle çalışan, ülkenin ve toplumun çıkarlarını kişi, aile ve zümre çıkarlarının üstünde tutan, faiz ranına ve spekülasyona değil, üretime ve hizmete öncelik veren bir zihniyet."

İdealist bir "hoca"nın heyecanı, tutkusu ve coşkusuyla temellerini atan Kombassan''ın Yönetim Kurulu Başkanı Haşim Bayram ise bu fenomeni çok özlü bir şekilde şöyle özetliyor: "Baştan beri hep helal kazancı, güç birliğini, atıl duran küçük tasarrufları ekonomiye kazandırmayı; sanayi, ticaret ve hizmet sektörlerinde yeni istihdam alanları açmayı, tüketici olmaktan kurtularak, üretici olmayı hedef aldık".

Sadece ekonomide değil, kültür, sanat, siyaset, bilim ve düşüncede de tüketici olmaktan üretici olmaya, sözün özü kalıcı, ülkenin ve toplumun önünü açacak yeni şeyler söyleme ve yapma sürecine girmiş durumdayız. Pekçok kuruluşumuz gibi Kombassan da bu sürecin "aktör"lerinden ve öncülerinden biri.

Kombassan ve diğer kurumlarımızın bundan sonraki hedefi, hedef ve ölçek büyümek ve bunun için de kollektif aklı ve bilgiyi en azami şekilde kullanmanın yollarını araştırmak olmalı diye düşünüyorum.

24 yıl önce
"Şimdi yeni şeyler söylemek lazım cancağızım"
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’