|
2000"li yılların Türkiye"si bu mu?

İkibin''li yıllara Türkiye belirsizliklerle, yapay olarak icat edilen sorunlarla ve açmazlarla giriyor. Seçim sonuçları, kimi "derin" çevrelerin arzuladığı gibi parlamentoda çok ciddi bir değişiklik olmayacağının sinyallerini veriyor. Abdülkadir Aksu''nun ilginç benzetmesiyle medyanın "hormon tedavisi" uygulayarak zoraki olarak şişirdiği DSP''nin süpriz bir şekilde FP ile yarışacak kadar güçlendiği anlaşılıyor. Bu arada MHP''nin de kendisinden "beklenen" sürprizi yaparak parlamentoya güçlü bir şekilde girebileceği gözleniyor.

Tarihi rolünü oynamaktan kaçınan bir ülke!

Ortaya çıkacağını şimdiden söyleyebileceğimiz tablo, Türkiye''nin 2000''li yıllara toplumsal dinamikleri ve talepleri yansıtan bir tablo olmayacak.

Geçen haftaki editoryalde altını çizerek vurguladığım şeyi, bu haftaki editoryalde de tekrarlamak durumundayım: Evet, Türkiye''de seçimler yapıldı; ama bu seçimler çok partili siyasi hayata geçtiğimiz zaman dilimi süresince son derece anormal şartlarda yapıldı. Türkiye''de ilk kez, heyecansız, coşkusuz ve düşük profilli bir seçim atmosferinin yaşanmasına mecbur bırakıldık. Herkesin de çok iyi tanık olduğu gibi, bu seçimlerin Türkiye''nin siyasi, ekonomik ve kültürel "harita"sını değiştirmemesi için bazı "derin" güç odakları yoğun çaba gösterdiler.

Halkın taleplerinin ve toplumumuzun dinamiklerinin sandığa yansımasını bekleyeceğimiz bir seçim yapıldı. Ancak içinden geçtiğimiz, Türkiye''de siyasetin "tüketilmesi"ne, siyasi kurumların yıpratılmasına ve işlevsizleştirilmesine yol açan ve her şeyin anormalleştirildiği bir süreçte toplumumuzun temel dinamiklerinin ve taleplerinin sandığa tam olarak yansımasını beklemek safdillikten başka bir şey olamazdı herhalde. Çünkü içerdeki ve dışardaki bazı "derin" çevreler bu seçimlerin anormalleştirilen, yıpratılan ve işlevsizleştirilen yapıları ve kurumları değiştirmesini kesinlikle istemiyorlardı. Bu nedenledir ki, bu "derin" iç ve dış faktörler, kendilerine en fazla "hizmet" edeceğini düşündükleri siyasi güçleri zoraki olarak şişirdiler ve bir umut olarak pompaladılar.

Türkiye, kelimenin tam anlamıyla bu "hadım edilmiş" tabloyla 2000''li yıllara güçlü bir ülke olarak giremez. Türkiye, 150 yıldır karşı karşıya bırakıldığımız, toplumun taleplerinin, temel dinamiklerinin ve anlam haritalarının hiçe sayıldığı bir "iktidarsızlık" fenomeniyle hem geleceğe güvenle bakamaz; hem de sahip çıkması ve omuzlaması gereken misyonu üstlenmekten kaçındığı sürece bölgesindeki vakumu dolduracak bir güce asla ulaşamaz. Bu, Türkiye''nin sözümona "modernleşme" (yenileşme) tarihimiz süresince üstlendiği pasif, iddiasız ve hegemonik güçlerin planlarını her zaman uygulamaya teşne, sıradan bir ülke olarak kalması anlamına gelir. Ki, aslında bu durum, siyasi, ekonomik ve kültürel sınırların aşıldığı, belli bir noktadan sonra bir anlam ifade etmediği küreselleşen bir dünyada, Türkiye''nin, hegemonik güçlerin, başına her an hiç de hesapta kitapta olmayan köklü sorunlar açabileceği, her an yepyeni sorunlarla boğuşmak zorunda kalan bir ülke olmaktan kurtulamayacağına delalettir.

Önemli bir sınavdan geçiyoruz

Bölgemizde, aynı kültür ve medeniyet havzasına mensup olduğumuz coğrafyaların halklarının yeni bir medeniyet sıçraması gerçekleştirme potansiyeli taşıdığının sinyallerini verdikleri bir zaman diliminde, her bakımdan normalleşmeye; toplumsal dinamikleri ve talepleri dikkate almaya su kadar, ekmek kadar ihtiyaç hissettiği bir anda Türkiye''nin sonu nereye varacağı belli olmayan bir maceraya doğru sürükleniyor olması son derece düşündürücüdür.

Türkiye''de toplumsal dinamiklerin ve taleplerin bütün iktidar aygıtlarına yansıması için yoğun bir çaba gösteren; siyasi, ekonomik ve kültürel olarak Osmanlı''nın misyonunu üstlenmemize zemin hazırlayan, ülkemizin iç ve dış politikasındaki seçeneklerini artıran imaginatif bir performans gösteren rahmetli Özal''ın 6. vefat yıldönümünde Türkiye''nin belirsizliklere, kaosa ve hegemonik güçlerin tartışmasız olarak güdümüne girme eğilimi gösteren bir ülke haline gelmiş olması gerçekten düşündürücüdür. Her şeye rağmen toplumumuz, bu badireyi de atlatacak, her hal ve şartta bastırılan temel dinamiklerinin ve anlam haritalarının kolay kolay yok edilemeyeceğini kavrayacak; tüm bu yapay sorunların köklü ve güçlü bir medeniyetin kuruculuğunu ve koruyuculuğunu yapmış bir milleti sindiremeyeceğini ve yeniden tarihi rolünü ve misyonunu üstlenmesini engelleyemeyeceğini görecektir. Daha güçlü ve büyük bir Türkiye''nin icadı ve inşası için yaşadığımız bu anormalleşme sürecinin önemli bir sınav olduğu bir süre sonra apaşikar ortaya çıkacaktır. İçerdeki ve dışardaki bir takım "derin" güçlerin bugüne dek sadece ve sadece panik psikolojisiyle hareket edegelmiş olması, buna rağmen toplumumuzun temel dinamiklerine ve anlam haritalarına her geçen gün daha bir bilinçle sahip çıktığını kanıtlaması, geçmişin olduğu gibi geleceğin de "bizim" olduğunun habercisidir. Toplumumuz, Türkiye''nin, 2000''li yıllara, primitif yasaklarla başı dik, onurlu ve güçlü bir şekilde giremeyeceğini anlamakta gecikmeyecektir.


25 yıl önce
2000"li yılların Türkiye"si bu mu?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset