|
"Aşk ve nefret" açmazı

Modernleşme tarihimizin başlangıcından bu yana yaşadığımız veya karşı karşıya kaldığımız, koskoca imparatorluğun geleceğini tehdit ettiğini iliklerimize kadar hissettiğimiz sorunlar, tam bir panik psikolojisi ile hareket etmemize yol açmıştı.

Oysa, Osmanlı elitleri ve aydınları, imparatorluğun, Viyana bozgunundan sonra gözle görülür bir iniş, geriye çekiliş grafiği çizmeye başladığını görerek, ona göre köklü önlemler alabilselerdi, belki daha sonraki dönemlerde yaşadığımız yakıcı ve yıkıcı sorunları yaşamayacaktık.

Sözgelişi, Avrupa ile yüzyıllarca iç içe yaşayan büyük bir imparatorluk olmamıza rağmen Avrupa''ya karşı dışlayıcı, küçümseyici, hor ve hakir görücü bir tavır takınmamız, bizim Avrupa ile daha sağlıklı, yaratıcı ilişki biçimleri icat etmemizi önledi. Bu durum, Avrupa''da yaşanan ve hem imparatorluğun geleceğini, hem de dünya tarihinin geleceğini köklü bir değişime, transformasyona uğratacak atılımları görmemizi de önledi.

Oysa bu tür dışlayıcı, hor ve hakir görücü bir psikolojinin, biz müslümanların tarihsel tecrübelerine bakıldığında dominant olan bir psikoloji olmadığını görebilmekte zorlanmayacağımız ortada. Örneğin, antik Yunan kültürüyle, Doğu Roma kültürüyle, Sasani kültürüyle, mistik Asya kültürleriyle kurduğumuz ilişkilerin hiç de bu tür bir psikoloji üzerine inşa edilen ilişkiler olmadığını; tam aksine yaratıcı, imaginatif sonuçları olan ilişkiler olduğunu hepimiz biliyoruz.

Tüketici bir süreç

İşte bu tür bir sağlıklı, kompleksiz (hem aşağılık hem de üstünlük kompleksinden uzak) ilişki biçimini Avrupa ile kurmayı başaramadık.

O yüzden Avrupa''da yaşanan köklü transformasyonları göremedik ve bu transformasyonlara karşı önce ilgisiz kaldık; sonra da iş işten geçmeye başladıktan sonra savunma psikolojisi geliştirdik ve son olarak da tam bir yenilgi psikolojisiyle hareket ederek Avrupa''ya karşı iki tür bir yaklaşım biçimi geliştirdik: Aşk ve nefret ilişkisi. Oysa bu, hayata yeni gözlerini açmış bir toplumun geliştirebileceği çocuksu bir yaklaşımdı/r.

Modernleşme tarihimizin başlangıcından son yıllara kadar Avrupa ile ilişkilerimizi dominant olarak platonik bir aşk ilişkisi biçiminde sürdüregelik. Bu tavır, özellikle elitlerde ve aydınlarda gözlenen bir tavırdı. Avrupa, bizim için "uygarlık" demekti. Bir tür "kızılelma"ydı. Yeryüzünde başka uygarlık yoktu! Tek uygarlık vardı; o da Avrupa''ydı! Dikkat! Avrupa uygarlığı filan da değil; Avrupa''ydı. Kısacası, Avrupa eşittir uygarlık demekti!

Buna karşın, Cumhuriyetle birlikte özellikle hemen tüm toplum katmanlarında gerek bilinç, gerekse bilinçaltı düzeyinde kendisini gösteren Avrupa''ya karşı nefret duygusu baskın psikolojiydi. Toplumun, Avrupa''ya karşı nefret duygularını besleyen, körükleyen en önemli faktörse, elitlerin ve aydınların Avrupa''ya karşı platonik aşk ilişkilerini sorgulamaksızın sürdüregelmiş olmalarıydı. Öyle ki, sömürgecilerin sömürgeleştirdikleri ülkelerde yaptıklarını, ülkemizde bizim elitlerimizin ve aydınlarımızın yapagelmiş olmaları, toplumu, kaçınılmaz olarak "nefret" ekseni üzerine bina edilen savunma psikolojileri geliştirmeye itiyordu.

Görüldüğü gibi, bu iki karşıt, tabansız, çocuksu veya naif yaklaşım biçimi de sonuçta bizi bir yere getirmedi; aksine elitlerle toplumu karşı karşıya getirdi.

Aynı naif, insanın düşünme melekelerini, duyargalarını köreltici, hareket alanını daraltıcı "aşk ve nefret" dikotomisine dayalı ilişki biçiminin bugün ABD''ye veya ABD ile ilişkilerimize karşı da geliştirildiğini görüyoruz.Aşk ve nefret ilişkisinin uzantısı olan "yenilgi" ve "savunma" psikolojileri, bizim ABD ile ilişkilerimizi rasyonel şekillerde kurmamıza ve kurgulamamıza; bizim çıkarlarımızı, bölgemizin çıkarlarını öne alan stratejiler geliştirmemize darbe vuruyor.

Şu an Türkiye''de hiçbir teorik veya pratik temeli, mantığı, izahı olmayan bir Amerikan hayranlığı hükümferma olmaya başlamış durumda. Amerika''nın bizim bölgemize yerleşirken Türkiye''deki elitleri bile sarhoş eden "öpücükler" göndermesinin anlamı ne? Amerika, kısa, orta ve uzun vadede ne/ler yapmak istiyor? Türkiye, ABD''nin değil, her şeyden önce kendisinin ve bölgesinin çıkarlarını öne alan stratejiler geliştirmeyi ne zaman akledecek? Bu ve benzeri yığınla soru, bırakınız cevaplandırılmayı, henüz sorulmuş bile değil.

Türkiye''nin bu hayati soruları sorabilmesi için, "aşk ve nefret" dikotomisini bir an önce terkedip, her şeyden önce, "biz, kendimiz, bir şeyler yapamayacak mıyız?" gibi temelli bir soruyu sorması gerekiyor.

Neden kendimiz bir şey yapamıyoruz?

Türkiye''nin böyle bir soruyu sorabilmesi için de, "kim olduğuna" karar vermesi; daha doğrusu, bizzat ABD Başkanı''nın, Batılı düşünürlerin ve bilim adamlarının da açıkça ifade etmekten çekinmedikleri kendi zengin tarihsel birikimine sahip çıkması gerekiyor. Bugün Türkiye''yi birilerinin gözünde büyüten ve önemseten şey, bu büyük ve zengin tarihsel birikim ve deneyimdir. Türkiye''yi "Türkiye" yapan, toplumumuzun kimliğini, anlam haritalarını oluşturan şeydir.

Oysa Türkiye''nin elitleri ve elitlerin kapıkulları rolünü oynamaktan başka bir şeyi beceremeyen "sömürgeci kafalı" aydınları, (tam da kavgalı oldukları, içerde, sadece sembolik olarak belli bir kesimi göstererek veya bahane ederek iç düşman ilan ettikleri şey''le,) Türkiye''nin "kendisi" ile, kimliği ile, tarihsel birikimi ve deneyimi ile absürt bir şekilde kavga etmekten vazgeçmedikleri, dolayısıyla iç ve dış dinamiklere karşı hala o köreltici, boğucu, tüketici aşk ve nefret dikotomisi ile bakmayı sürdürdüğü sürece Türkiye, başkalarının çok iyi gördüğü gerçek gücünün nerede yattığını göremeyecektir.

Artık neyi, niye ve nasıl yitirdiğimizi, reddettiğimizi rasyonel bir şekilde tartışmanın veya itiraf etmenin vakti çoktan geldi de geçiyor bile. Kendi imkanlarımızı ve zaaflarımızı elitleriyle, aydınlarıyla ve toplumuyla açıkça kabul ederek, bizi biz yapan dinamikleri ve güçleri görerek bu dinamikleri ve güçleri yeniden kuvveden fiile geçirmenin yollarını araştırmadığımız sürece, hem içerdeki yapay elit-toplum çatışması sürecek; hem de Türkiye, kendi çıkarlarının nerelerde yattığını göremeyecek ve buna göre yaratıcı ve imaginatif stratejiler geliştiremeyecektir. Dolayısıyla ülke ve toplum olarak sahip olduğumuz imkanları ve fırsatları bir kez daha harcamaktan başka bir şey yapmış olamayacağız.

24 yıl önce
"Aşk ve nefret" açmazı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi