|
Beyin travması veya "Dil"/sizlik sorunu

Özgün bir dil''iniz yoksa konuşamıyorsunuz, başka kültürlerle yaratıcı ilişkiler kuramıyorsunuz; dolayısıyla hem yaşadığınız coğrafyada, hem de dünyadaki sorunları anlamakta zorlanıyorsunuz demektir.

Bugünden itibaren, askere gitmeden önce tasarladığım, yaşadığımız hayati sorunların temelini ve kökenini oluşturan, çok yönlü boyutları ve uzantıları olan bir sorunu, beyin travması şeklinde tezahür eden "dil"/sizlik sorunu''nu, karşı karşıya kaldığımız sıcak sorunlarla ve gündemlerle de somut olarak ilişkilendirmeye çalışarak tartışmaya başlayacağım.

"Dil"/sizlik sorunu ile beyin travması arasındaki ilişki konusunda Alev Alatlı ilginç şeyler söylüyor. Alatlı, E Dergisi''nin Entelektüel Kitap Dergisi Eki''nin Ocak 2000 sayısında, "Schrödinger''in Kedisi" başlıklı son kitabı dolayımında kendisiyle yapılan konuşmada bu ilişkiyi şöyle açıklıyor:

"Dil"iniz Yoksa, Siz de Yok''sunuz!

"Beyin travması, beyindeki ''kortikal lisan alanları'' denilen bölgelerin tahribatıdır. Beynin işleyişine baktığınızda önce kodlama (=şifreleme) yaptığı dikkatinizi çeker... İsmi olan şey yoktur, ancak varolan şeyin ismi vardır. Kortikal lisan alanları''nda bir tahribat olduğunda insan duyduğunu anlayamaz ve konuşamaz hale gelirse, bu dilin düşmesi anlamına gelir. İşin kötüsü, lisanla düşünüyoruz. Lisan yoksa, düşünce de yok... Beynin kortikal lisan alanları, mesajlar karmaşık verildiğinde de dil kendi kendini yok edebiliyor. Yani bir şeye sürekli yeni bir isim verilmesi durumunda dil düşebiliyor. Üstelik, bir kelime düştüğünde, o, bütün çağrışımları ile düşer."

Geçtiğimiz haftaki Siyaset Meydanı''nda beyin travması biçiminde tezahür eden dil/sizlik sorununun ne denli ürkütücü boyutlara ulaştığının son örneğine tanık olduk. Ali Sirmen, "ezbere" konuşuyordu. Ahmet Arslan, kafasının ne denli karışık olduğunu bir kez kanıtladı. Mehmet Metiner, yaşadığımız sorunları, geniş bir tarihsel, kültürel ve entelektüel zemine oturtarak anlamlandırmak ve özgün bir İslami paradigma, söylem geliştirme çabası içinde olmak yerine, demokrasi, laiklik gibi Batılı kavramları merkeze alarak bir şeyler söyleyebileceğini zannediyordu, ama bu "kendi"sini de olumsuzlamaktan başka bir şeyle sonuçlanmayan, dün sözümona Batıcı aydınlarda gözlenen fakat hiçbir "iş"e yaramadığı artık tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan boşuna bir çaba/ydı. Çünkü "diliniz" yoksa, söyleyeceğiniz bir şey de yoktu/r.

Türkiye''de, her kavrama herkes kendince, nasıl işine geliyorsa öylece anlamlar yüklüyor. İşte bu durum, Türkiye''de en azından aydınların, üzerinde hemfikir olabilecekleri ve "ora"dan "yol"a çıkarak konuşabilecekleri, herkes tarafından bilinen "ortak" bir "dil"den yoksun olduklarını, dolayısıyla tam bir beyin travması yaşadıklarını gösteriyor.

Travmayı aşmak...

Heidegger, "bir yeri sükuna erdirebilmek için, o yere iskan etmek, o yeri mesken tutmak gerekir" derken, işte bu yakıcı "dil"/sizlik sorununa çarpıcı ve özlü bir şekilde dikkat çekmektedir.

Özgün ve yeni bir şeyler söyleyebilmeniz için, kendine özgü kavramsal dizgesi olan, yaşanan gerçekliklere tekabül eden ve bu gerçeklikleri açıklayabilecek güce ve dinamizme sahip bir dilinizin var ve yaşıyor olması kaçınılmazdır. Kendinize özgü, özgün bir dil''iniz yoksa konuşamıyorsunuz, başka kültürlerle yaratıcı ilişkiler kuramıyorsunuz; dolayısıyla hem yaşadığınız coğrafyada, hem de dünyadaki sorunları anlamakta zorlanıyorsunuz demektir. "Konuşamamak", hayatın anlamını yitirmesi anlamına gelir. "Konuşamadığınız" için, başka dünyalara açılabilmeniz şöyle dursun, kendi hayatınıza anlamlı ve imaginatif şekillerde yön ve şekil verebilmeniz de imkansızlaşacaktır.

Böylesi bir ortamda, Jean Baudrillard''ın deyişiyle "boş gösterenler" cirit atacağı için; kaosun, herşeyin anlamını ve işlevini yitirmeye başlamasının, yapay kavgaların, gündemlerin ve kısır bir döngünün, kısacası, hayatın her alanına kolaylıkla nüfuz eden bir travmanın hükümferma olması kaçınılmazdır.

Birkaç yüzyıldan bu yana yaşadığımız deneyimin, travmatik bir deneyim olarak tezahür etmesinin ve dolayısıyla yaşadığımız sorunların her geçen gün daha bir içinden çıkılamaz bir hal almasının en temel nedeni, hem kendi kültürel dinamiklerimizi, kodlarımızı, anlam ve sembol haritalarımızı yeniden icat etmekte başarısız kalmamızı, hem de başka kültürlerle yaratıcı ilişkiler kurabilmemizi önleyen kendimize özgü, özgün ve dinamik bir kavramsal dizgesi olan bir dil''den yoksun hale gelmeye başlamamızdır.

Soğuk Savaş''tan sonraki süreçte gerek ülkemizde, gerekse dünyada yaşanan sorunları anlamlandırabilmekte daha bir zorlanmaya başladık. Postmodern söylem''in şekillendirdiği, yaşadığımız ayartıcı, baştan çıkarıcı "yeni cesur dünya", karmaşıklıklarıyla, sunduğu imkanlar ve zaaflarıyla kafamızın daha da karışmasına, aydınlarda gözlenen beyin travmasının daha bir belirginleşmesine yol açtı. Ama bu süreç, aynı zamanda, Müslümanlık-dışı söylemlerin Müslüman toplumlarda tutmasının imkansız olduğunun anlaşılmaya başlanmasına, dolayısıyla Müslüman toplumların yeni bir dil ve söylem icat etme çabası içine girmelerine; müslümanlık-eksenli yenileşme çabalarının tüm bastırma ve engelleme girişimlerine rağmen kentleşmenin ve yenileşmenin rengini ve söylemini belirleyen ana-söylem haline gelmesine zemin hazırladı.

24 yıl önce
Beyin travması veya "Dil"/sizlik sorunu
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset