|
Bir tekvînî âyet, estetik mesele ve üstdil olarak Hz. Peygamber (2)

Hepimiz bir “dünya”nın içine doğarız. Şu veya bu “dünya”nın içine doğuyor olmak bizim elimizde değil. Ama elimizde olan bir şey var: İçine doğduğumuz “dünya”daki varlıklarla irtibata geçmek, bu dünyaya çeki düzen vermek, bu dünyada herkese hayat sunacak şekilde hakikatin hâkim olmasını sağlamak… İşte bütün bunlar Allah''ın inayeti, takdiri ve lutfuyla bizim yed-i kudretimize (kudret elimize) verilmiştir.

Allah''ın insanı yaratması ve yalnızca insana eşyanın isimlerini (hakikati) öğretmesi, emanet etmesi; başka bir ifadeyle, varlığın ve hakikatin vücut buldurtulması ameliyesinin insana verilen emanet, ubûdiyet ve hilâfet yükümlülüklerini bizzat insanın bihakkın yerine getirmesiyle imkân dâhiline girdirilebilir olması … işte bu bütün bunlar, yaratışın ve yaratılışın bütün aşamalarında “estetik” bir işlemin cârî olduğunu, cereyan ettiğini gösteriyor bize.

Şöyle ki: Genelde yaratılışın ve varlığın tahakkuku, özelde ise hakîkatin vücuda gelebilmesi, hayat olabilmesi ve herkese, her şeye hayat sunabilmesi Allah''ın Celâl ve Cemâl sıfatlarının tecellî etmesiyle mümkün olabiliyor. Allah''ın Cemâl sıfatının, Celâl sıfatının bütün işlemlerini de içermesi, âyette de bizzat işaret edildiği üzere, “Allah''ın Rahmet''inin gazabını geçmesi, her şeyi ihata etmesi”, gerek yaratış ve yaratılış sürecinde, gerekse hakikatin hayat kazanması sürecinde, Allah''ın Sâni'' isminin hem bizzat kendi yaratmasında, hem de insanın yapıp ettiği her şeyde tezahür ettiğini gösteren alâmetlerdir. İlim de, âlem de, âlim de bu yaratış eyleminin meyveleri, nimetleridir.

“Allah güzeldir (cemîl''dir) ve güzeli sever” temel ilkesi mucibince, yaratma fiili de, yaratış süreci de, hakikatin vücut bulması, hayat sunması süreçleri de “estetik”tir ve Allah''ın Cemâl sıfatının tezahürüdür. Varlık ve hakikat ancak Allah''ın Cemâl sıfatının tecellî ettirilmesiyle vücut bulabilir ve hayatiyet kazanabilir. Allah''ın Cemâl sıfatının en mükemmel şekilde tecellî ettiği en kâmil varlık Fahr-i Kâinât olan Efendimiz (sav)dir.

İşte bu nedenledir ki, Efendimiz''in, hakikati, hayat buldurtması, hayat oldurtması ve hakikatin her şeye ve herkese hayat sunmasını sağlaması esas itibariyle hem estetik bir meseledir, hem de estetik bir işleme dayanarak gerçekleştirilmiştir.

Bütün bunları “şık cümleler kurmak”, “entelektüel hava atmak” filan gibi basit kaygılarla söyleyecek biri değilim ben. Bunu özellikle hatırlatmak istiyorum. Benim temel meselem, uykularımı alıp götüren asıl kaygı şu: Biz, İslâm''a nasıl yeniden hayatiyet kazandırabileceğiz? İslâm''ın bütün insanlığa yeniden hayat sunabilmesini, ruh üfleyebilmesini nasıl sağlayabileceğiz?

İçinde yaşadığımız çağın, bizi, hem bilinç, hem de bilinçaltı düzleminde teslim aldığını, dolayısıyla müslümanların İslâm''la, (Batı dışındaki bütün diğer dinlerin müntesiplerinin de kendi dinleriyle, medeniyet dünyalarıyla) doğrudan irtibat kurabilmelerini imkânsızlaştırdığını görebilecek zihnî bir ufuktan yoksun olduğumuzu bile idrak edebilecek düzeyde değiliz henüz.

Bu çağın körleştirdiği zihnimizi özgürlüğüne kavuşturabilmenin tek yolu, tıpkı Efendimiz''in “şâhit” sıfatının gereği olarak yaptığı gibi, içinde yaşadığımız çağı da, bütün beşerî çağları da tanıyarak, bütün beşerî çağlardan ve çağrılardan arınmaktan, özgürleşebilmekten, beşerî çağları ve çağrıları teslim alabilecek, aşabilecek bir varoluş düzlemine çıkabilmekten, kısacası “ümmîleşebilmek”ten geçiyor.

Burada söylemeye çalıştığım bir başka şey de, İslâm medeniyetinin varoluşsal bir kriz yaşamasına yol açan temel meselenin, İslâm düşüncesinin tarih boyunca tenzîhî boyutu önce çıkarması, teşbîhî boyutu gözardı etmesi gerçeği olduğuna dikkat çekmektir.

İşte bu açmazı aşabilmenin yolunun, tekvînî bir âyet olarak doğrudan Efendimiz''i, Efendimiz''in özelliklerini, İslâm''ı hayata geçiriş süreçlerini derinlikli bir bakışla kavrayabilmekten geçtiğini düşünüyorum.

Bunun için hem Efendimiz''i, hem de yükümlülüğünü yerine getiriş biçimini, estetik bir mesele olarak kavrayabilmemiz gerekiyor. İşte o zaman, İslâm düşüncesinin tarih boyunca yaşadığı açmazı da, yaşadığımız medeniyet krizini de nasıl aşabileceğimizi görebilmemizin imkân dâhiline girebileceğini düşünüyorum acizane.

O hâlde izini sürmemiz, üzerinde kafa patlatmamız gereken soru çok açık: Efendimiz''i ve yaptıklarını estetik bir mesele olarak görmek ne demek?

Yerim bitti; o yüzden asıl söyleyeceklerim, Cuma günkü yazıya kaldı… Ayrıca sinemada bu meselenin nasıl çarpıcı bir şekilde çözümlenebileceğini genelde İran sinemasının, özelde ise Semih Kaplanoğlu sinemasının zihin açıcı bir şekilde gözler önüne serdiğini de tartışacağımı hatırlatmak isterim…

14 yıl önce
Bir tekvînî âyet, estetik mesele ve üstdil olarak Hz. Peygamber (2)
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi