|
Demokrasi mi, Fallokrasi mi?

Türkiye''nin en temel sorunlarından biri, belki de birincisi, ülkedeki siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarına vaziyet eden elitlerle toplumun kimliklerinin, duyarlıklarının, önceliklerinin farklılaşması, hatta giderek çatışma halinde olmasıdır.

Demokrasi retoriği

Bu durum, Türkiye gibi büyük bir ülkenin imkanlarını, zaaflarını ve imkansızlıklarını rasyonel şekillerde değerlendirebilmesini ve elde edilen sonuçları, maksimum ölçülerde ülkenin ve toplumun yararına ve çıkarına kullanabilmesinin yollarını araştırabilmesini önlüyor. Öyle ki, zamanla ülkenin önünü ve geleceğini tıkayan absürd bir yapılanma oluşturan sistem, sonuçta toplumun taleplerini, duyarlıklarını ve çıkarlarını gözardı eden bir işleyiş mekanizması geliştirdiği için, sadece belli güç odaklarının ve çıkar gruplarının çıkarlarını korumak ve kollamaktan başka bir işe yaramıyor.

İşte bu çarpık yapılanma, ülkede bir yandan yapay sorunların ihdas edilebilmesini; öte yandan da, siyasi, ekonomik, medyatik ve benzeri güç aygıtlarına sahip olan kişi ve grupların, ülkenin imkanlarını ve kaynaklarını sadece kendi çıkarları doğrultusunda mobilize edebilmelerini ve kendi çıkarlarını toplumun genel çıkarlarının önüne geçirebilmelerini kolaylaştırıyor, hatta meşrulaştırıyor.

Bu çarpık ve manipülatif yapılanmanın en son örnekleri, Hizbullah operasyonu, halen süren "irtica" operasyonları ve cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla gündeme getirilen anayasa değişikliği tartışmalarında karşımıza çıkıyor.

Bu çarpık yapılanmayı üreten şey, Türkiye''de adına demokrasi denen ama gerçekte belli çıkar gruplarının ve güç odaklarının duyarlıklarını, çıkarlarını önceleyen ve garanti altına alan, fallokrasiye dönüşen absürt bir yapılanmanın zoraki olarak hakim kılınmaya çalışılmasıdır, diye düşünüyorum.

Fallokrasi''nin sultası

Batıda 1960''lardan itibaren şekillenmeye başlayan feminist söylem/ler, Batılı toplumların siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal yapılarını ve değişim süreçlerini anlamlandırma konusunda gözardı edilemeyecek bir entellektüel birikim ve bir dizi teorik açıklama biçimi geliştirdi/ler. Feminist söylemin, Lacan''cı psikanalist söylemle "gerdeğe" girerek geliştirdiği, gerek siyasetbilimi/toplumbilim, gerekse edebiyat/sanat/sinema eleştirisine yoğun bir şekilde uyarlanmaya başlanan bir kavramsal çerçeve var: Fallosentrik (=phallocentric) söylem.

"Fallokrasi" (phallocracy) ve "fallosentrik" (phallocentric) kavramları, geç dönem Latince''deki fallus, (=phallus), Yunanca''daki "phallos" sözcüklerinden türetilmiştir. Fallus''un sözlük anlamı, kısaca, erkeklik organı demek. Ancak psikanalistler, (=örneğin Lacan,) fallus''u daha geniş kültürel çağrışımları olan bir kavram olarak kullanırlar ve fallus''un erkeklik organına hamledilen/atfedilen çeşitli anlamları, zengin çağrışımları içerdiğini söylerler.

"Fallosentrik" kavramı ise, erkeklerin, erkeksi ilgi ve çıkarların dominant olduğu bir durum olarak tanımlanıyor. Erkeklerin üstünlüğüne ve erkek şövenizmine inanan kişiye ise fallokrat (=phallocrat) deniyor. Lacan''cı psikanalist teoriden yola çıkan feministler, kısaca ifade etmek gerekirse, kapitalist/Hıristiyan ataerkil Batılı toplumlarda, erkeklerin kadınlar üzerinde siyasi/kültürel/cinsel/ekonomik ve toplumsal egemenlik (=tahakküm) kurduklarını belirterek; ataerkil kültürü, fallik (phallic) kültür olarak tanımlıyorlar. Örneğin Gayle Rubin, "şu an yasadığımız Batılı toplum, fallik kültür üzerine inşa edilmiş bir toplumdur," der. Fransız filozofu Jacques Derrida, Batılı ataerkil toplumların isleyiş biçimlerinin, gerçeklik anlayışlarının ve kimlik duygularının fallus sembolizmi üzerine kurgulandığını; ataerkil otoritenin ve Batılı toplumlardaki kültürel yapıların/söylemlerin temel referans noktasının, gerçek, akıl, erkeksilik (erillik=masculinity) ve fallus kavramlarından oluştuğunu belirtir.

Psikanalist-feministler, psikanalist Jacques Lacan''dan yola çıkarak, ataerkil Batılı toplumlardaki fallus sembolizminin, ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel iktidar aygıtlarına hakim olan kişilerin/kurumların/söylemlerin, kendilerini merkeze alarak, ötekileri "hadım ettiklerini" belirtirler ve "hadım edenler ve hadım edilenler" şeklinde bir dikotomi geliştirirler.

Fallosentrik söylemin Türkiye''de tam bir "azınlık sultası"na dönüştüğünü söylemek yanlış olmaz, sanırım. Andrea Dworkin''in konuyla ilgili olarak Batı toplumları bağlamında yaptığı şu saptamalar, sanki Türkiye''deki fallokratik yapılanmayı daha iyi açıklıyor gibidir: "Erkek egemen Batılı ataerkil toplum, erkek/kadın; efendi/köle; biz/onlar; ben/öteki; saldırgan/kurban; hakim /mahkum; aktif/pasif; hadım edenler/hadım edilenler... dikotomileri (=karşıtlıkları) üzerine inşa edilmiş bir toplumdur. Tüm siyasi, kültürel, toplumsal ve ekonomik hakimiyet kurma; "merkez"deki (=iktidar aygıtlarına hakim olan) güçlerin ötekini/ötekileri hizaya getirme, boyun eğdirme biçimleri, bu karşıtlıklari esas alarak egzersiz edilir... Tüm kişisel, psikolojik, toplumsal ve kurumsallaşmış hakimiyet (=tahakküm) biçimlerinin kaynağı, ''fallik'' kimlik ve kültürdür. Bu kültür, öteki''ne karşı sistematik olarak maço ve sadist bir tavır takınır. Böyle bir tavır sadece erkekler için değil, kadınlar için de geçerlidir. Fallik kültür, kendisini ''dünya''nın merkezine alarak ötekini periferiye iter; adeta zincire bağlar ve böylelikle herhangi bir yere/yöne hareket etmesini önlemiş olur."

24 yıl önce
Demokrasi mi, Fallokrasi mi?
Yılmaz gene aklanıyor
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...