|
Eleştiri ve paradigma

Bizim toplumumuzun iç ve dış dünyasını besleyegelen, belirleyegelen, anlamlı kılan "yerli" paradigmaların dışındaki tüm projeler, asli değil, ancak bizim hayatımıza zenginlik katabilecek arızi projeler olmaktan başka bir anlam ifa ve ifade etmiyor.

Bazı düşünürler, çağımızı bir "eleştiri çağı" olarak tanımlarlar. Bu tanımlama, her şeyden önce -belki de sadece- Batı toplumları için geçerlidir.

Batı-dışı toplumlarda, en azından Batı toplumlarında gözlendiği kadar "eleştiri" kurumunun ve faaliyetinin gözlenmemesinin en önemli nedenlerinden biri, şu an yeryüzünde kendi kodlarını, dinamiklerini yenileyerek sürdürebilen tek kültürün Batı kültürü olmasıdır.

Gerçekten de şu an Batı kültürü ve uygarlığı, insanlık tarihinde ilk kez, kimi zaman sanal, kimi zaman gerçek görünümler alarak da olsa, tüm dünya üzerinde yaygınlaşmayı, hegemonya kurmayı başarabilmiş tek kültür ve uygarlıktır.

Bu durum, kısmen Batı kültürünün agresif özellikler taşıdığı için küreselleşebilen, diğer kültürleri "tüketen", "düzleştiren" ve "etkisiz hale getiren" dinamiklere sahip olmasıyla, kısmen de Batı-dışı kültürlerin, her ne suretle olursa olsun, kendilerini yenileyebilecek, kendi anlam haritalarını yeni koşullarda yeniden icat edebilecek dinamizmler, paradigmalar geliştirmekte başarısız olmasıyla açıklanabilir.

Çağımızın "eleştiri çağı" olarak tanımlanmasına neden olan saikler burada gizli.

Eleştiri ihtiyacı

Güçlerinin doruk noktasına çıkan tüm kültürler / medeniyetler, o noktadan inmemek, inmeyi engellemek, en azından böylesi bir şeyin zuhurunu ertelemek için kendilerini muhasebe etmeye, geldikleri noktayı gözden geçirmeye ihtiyaç duyarlar. Bunun için en uygun ve gerekli mekanizmalardan biri de "eleştiri"dir hiç kuşkusuz ki.

Kaldı ki, eleştiri, ancak bir şeyler yapıldığı, önceden tasarlanan kimi temel/asli hedeflerin gerçekleştirilmesi sürecinde mesafeler alınmaya başlandığı zaman kendiliğinden işlemeye, devreye girmeye başlayan bir mekanizmadır. Geldiğiniz noktadan daha ötesine geçebilmeniz, ya da geldiğiniz noktanın gerçekten sizi daha ötelere götürebilecek dinamikler taşıyıp taşımadığını anlayabilmeniz, önünüzü (ve arkanızı) görebilmeniz için bu tür bir mekanizmaya şiddetle ihtiyaç hissedersiniz.

Ne ki, eleştiri faaliyeti, yalnızca bir muhasebe yapma faaliyeti değildir. Aynı zamanda, eğer bir gelecek tasarımınız varsa ve bu tasarımınızı şu ya da bu şekilde hayata geçirebilmek için kollarınızı sıvamışsanız, tasarladıklarınızı nasıl ve hangi yolları, yöntemleri izleyerek hayata geçirebileceğiniz sorununa açıklık kazandırabilmeniz, yapıp ettiklerinizi sınayabilmeniz için de ihtiyaç hissedersiniz.

Şu an Türkiye''de bir eleştiri kurumunun olmadığını, eleştiriye son derece soğuk bakıldığını biliyoruz. Eleştirinin bir muhasebe, dolayısıyla bir anlama, anlamlandırma, yapıp ettiklerimiz ve yapmayı tasarladıklarımız üzerinde düşünme çabası olduğu düşünülünce ülkemizde eleştiriye neden soğuk bakıldığı sorusuna cevap vermekte pek zorlanmayız.

Türkiye''de siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarına hakim olan -resmi- söylemin eleştiriye soğuk bakması, her tür eleştiri biçimini "tehlike sinyali" olarak algılaması; resmi söylemin, eleştiriye değecek kadar ciddiye alınabilecek, yani toplumu(n tüm farklı kesimlerini) heyecanlandıracak, harekete geçirebilecek; toplumun kendisini bulabileceği, paylaşabileceği, hayatını anlamlı kılacak köklü bir kültür ve medeniyet projesi icat ve inşa etmeyi başaramamış ve bundan sonra da başaramayacağının anlaşılmış olmasından kaynaklanıyor.

Yeni bir paradigma için

Elitlerin "tehlike sinyali" olarak gördüğü şeyi, toplumun kendisinin, toplumun organik aydınlarının yapmakla yükümlü oldukları, buna şiddetle ihtiyaç hissedildiği bir zaman diliminde yaşıyoruz.

Türkiye''nin, geleceğin dünyasına özgün bir şeyler "söyleyebilmesi" için, bizim anlam haritalarımızı oluşturan dinamiklerden beslenen özgün, yaratıcı, ufuk ve çığır açıcı, yeni ama "yerli" (yerel değil, yerli) bir paradigmaya ihtiyacı var. Bugüne kadar yaşadığımız 200 küsur yıllık travmatik ama hayli öğretici tecrübe, bizim dinamiklerimizden beslenmeyen tüm paradigmaların, bizim coğrafyamızda hem hayat bulamadığını; hem de hayatımızı alt üst etmekle, sorunlarımızı daha bir içinden çıkılmaz hale getirmekle sonuçlandığını gösteriyor.

Bunun nedeni çok basit: Bizim toplumumuzun iç ve dış dünyasını besleyegelen, belirleyegelen, anlamlı kılan "yerli" paradigmaların dışındaki tüm projeler, asli değil, ancak bizim hayatımıza zenginlik katabilecek arızi projeler olmaktan başka bir anlam ifa ve ifade etmiyor. Zaten başka türlüsü de tarihsel ve toplumsal değişimin dinamiklerine terstir.

O yüzden Türkiye''nin yaşadığı deneyimleri anlamlandıracak, köklü ve çok yönlü bir muhasebeye tabi tutacak ve bizim dinamiklerimizden beslenerek geleceğe dönük imaginatif paradigma/lar, yeni bir duyarlık/bilinç/heyecan icat etmemizi mümkün kılacak bir eleştiri, bir anlama ve anlamlandırma faaliyetine şiddetle ihtiyaç hissettiğimiz bir dönüm noktasına geldiğimizi düşünüyorum. Bunun için icat, inşa ve imar süreçlerinden oluşan ve birbirleriyle sürgit etkileşim / iletişim halinde olan bir paradigma inşası "programı" öneriyorum... Devam edeceğiz.

Not: Okuyucularımın Ramazan Bayramlarını tebrik ediyor, bütün Müslümanlar ve insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

24 yıl önce
Eleştiri ve paradigma
İçindekinin içindekini görmeye niyeti olanlar…
Efendimiz’in (sav) Zekâtı-2
Hoparlörle ezan
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?