|
En uzağı en yakın kılan mesafe: İşte bütün mesele!

Uzun mesafeli yolculuklara çıkarken bir hüzün kaplar içimi… Ama bu yolculuklardan, zenginleşerek dönerim… Dönmek istemem: Bitmesin isterim. Çünkü benim yolculuklarım aslında tek yanlı / keşif yolculukları olarak kalmaz: Çok yönlü / mükâşefe yolculuklarına dönüşür. Şam’dan Timbuktu’ya, Cakarta’dan New York’a kadar yaptığım bütün yolculuklarımdan zenginleşerek, arınarak, çağ’ın ağ’larını, bağlarını ve prangalarını kırarak yani “ümmîleşerek” döndüm hep.

KEŞİF TEK YANLI, MÜKÂŞEFE ÇOK KATMANLI BİR YOLCULUKTUR...

Her sefer’de kendimi yeniden keşfederim; her sefer, “zafer”ini ilan eder hazer’deki “ben”e karşı. Ben gider, benini, ruh kardeşini, yürek ülkesi ikiz kardeşini, yani “sen”i, yani “biz”i bulur sefer’den hazere dönüş gerçekleştiğinde.

Yolculuk, ister zihnî, ister fikrî, isterse bedenî / fizîkî bir yolculuk olsun, eğer tek yanlı / ben üzerinden gerçekleşiyorsa, yalnızca keşif çabasına dönüşüyorsa, benden beni alır götürür, beni de yok eder sonunda. Ama eğer yolculuk, çok yönlü bir mükâşefeye dönüşebiliyorsa, işte o zaman, zaman durur; zamanı durdurur, ben’le sen’i buluşturur bir noktada: Hakikat güneşine ulaştırır varlığı, biz’in varlığını. Hakikat güneşinin kanatlarında keşfedilmemiş kıtalarda bariyerleri aşan, yeni koridorlar aç/tır/an bir varoluş yolculuğuna eriştirir, hakikat güneşinin ışığı, yeni keşiflere ışınlar kişiyi.

Aslında bütün yolculuklar, içeri’den dışarı’ya, dışarı’dan içeri’ye doğru gerçekleşen mükâşefe yolculuklarıdır. Ama modern insanın içi çölleştiği için, modern insanın yolculukları dışarıyı da çölleştirmekle, kendi ruhsuzluğunun tohumlarını gittiği her yere ekmekle sonuçlanır: O yüzden gittiği yerleri ve toprakları da kurutur modern insan. Bir yere gidemez, bir arpa boyu yol alamaz gerçekte: İçinde ruhsuzluk çölü bitirerek kendini de bitiren içi geçmiş dünyasıyla, zihnî yorgunluğuyla, manevî yoksulluğuyla kendine benzetir gittiği her yeri: Dolayısıyla bir mesafe katedemez turist bakışı’yla çıktığı yolculuklarda/n modern insan.

O yüzden keşif, bir buluş ve bulunuş hâli değildir, Elmalı’nın da dikkat çektiği üzere. Keşfin bir buluş ve bulunuş hâline dönüşebilmesi, bir meselesi olan, hâliyle bir mesafe şuuruna sahip insanlarda gerçekleşebilen bir vicdan hakikati ve vecd yolculuğu ile mümkündür.

İNSANIN NİSYAN VE İSYAN HÂLLERİ...

Çağımızın insanı, sadece çağa, çağın ağlarına kapandığı için, pornografi hapishanesi’ne kapatıldığını göremeyecek kadar meselesizleşmiştir. Çünkü “pornografi”, meselesi olmayan insanların mesafe duygusunu yitirmeleriyle sonuçlanan bir ontolojik evsizleşme, bir ayartılma, bir dilsizleşme, bir nesneleşme yeri ve ân’ıdır. Tıpkı Hollywood filmlerinin başımıza ördüğü çorapta olduğu gibi.

“Pornografi”, burada, bir duyuş, algılayış ve varoluş biçimidir: İnsanın duyma, algılama, varolma, dolayısıyla farkı fark edebilecek tefrik kabiliyetlerini yitirme hâli: Firak ateşinin sönmesi... Aşk ateşinin bitmesi... Modern / seküler insanı narkoza mahkûm eden; insanı ayartan, uyutan; insanın duyma, algılama ve varolma melekelerini yutan bir estetize yok oluş biçiminin adı ve adresi. Öz’ün, özgürlüğün, hakikat özleminin yitirilmesi.

Modernliğin, “unutmak”; postmodernliğin ise “unutmayı unutmak” olarak tarif edildiğini hatırlarsak, neden pornografi hapishanesine hapsedildiğimizi anlamakta zorlanmayız.

İnsan, yaratılışı icabı, unutan (nisyan hâlinde) ve başkaldıran (isyan hâlinde) bir varlıktır. Ama insan, nisyanı da, isyanı da aşabilecek kudret, irade, akıl ve hikmet kabiliyetleriyle de donatılmıştır emaneti üstlendiği için.

EN UZAĞI EN YAKIN KILAN
MESAFE: İŞTE BÜTÜN MESELE!

İnsanın, aklını, iradesini, kudretini harekete geçirebilmesi, bu kabiliyetler de dâhil yaratılış hikmetlerini tefekkür ve tezekkür edebilecek bir emanet şuuruna sahip olmasıyla mümkün. Emanet şuurunun sırrı, birinci şehâdet’le ikinci şehâdet arasındaki medcezirde gizli: Yaratıcı ile arasında mutlak bir mesafe olduğu hakikatine tanıklık edebildiği zaman, insan, ikinci şehadette ifadesini bulan kul’luk bilincine erişebilir: Kulluk bilinci, “elçilik” bilincinden önce gelir.

Ab/i/d’’le mabud arasındaki mesafe, kişiye, kişilik kazandıracak bir mesafe ve mesele bahşeder: Eğer kişi, abd / kul olma şuurunu yitirirse, Hakk’a hakkıyla kul olma meselesini ve melekesini de yitirmekten, kendini, heva’sını, arzularını, ürettiklerini mabudlaştırmaktan kurtulamaz. Dostoyevski’den Lacan’a kadar Batılı sanatçıların ve düşünürlerin de gördükleri yakıcı gerçek budur.

Özetle, duymanın, düşünmenin ve varolmanın olmazsa olmaz şartı, mesafe bilincine sahip olmaktır. Kişide mesafe bilinci ne kadar gelişkinse, kişinin meselesi de o kadar büyüktür, kişinin hakikatle, eşyanın hakikatiyle kurduğu ilişkilerde zihnen mesafe kat edebilmesi de o kadar güçlüdür. Mesafe şuuru, en Uzak’ı bile, şahdamarından daha yakın kılabilecek kadar şiire ve yemişe durdurur insanı.

Sözün özü: Dünyanın cehenneme dönüşmesinin nedeni, insanın mesafe fikrini yitirmesi, azmanlaşması ve meselesizleşmesidir.

#İnsan
#Keşif
#Nisyan
4 yıl önce
En uzağı en yakın kılan mesafe: İşte bütün mesele!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi