|
Futbolun "masumiyet" öyküsü

Galatasaray-Leeds United maçı öncesinde Taksim''de iki İngiliz taraftarın öldürülmesi ile başlayan gerilim ve olaylar tüm hızıyla sürüyor: Sadece Leeds kentinde değil, başta başkent Londra olmak üzere İngiltere''de Türkler''in yaşadığı tüm yerlerde Türkiyeli azınlıklarla İngilizler arasındaki ilişkiler bir anda gerginleşmiş.

Öyle ki, "misafirperver, fedakar, canayakın" Türkiyeli imajının yerini, "kaba saba, insan katili, Çanakkale''nin öcünü ve rövanşını almak için şiddete başvurmaktan çekinmeyen" Türkiyeli imajı almaya başlamış. İngilizler''in sokaklarda, metroda, iş ve eğlence yerlerinde karşılaştıkları ve ayırt etmekte pek de zorlanmadıkları ''Türkiyeli''lere hiç de iyi gözle bakmadıkları, zaman zaman sözlü ve fiziksel saldırılarda bulunmaktan çekinmedikleri bildiriliyor.

Bir futbol maçı dolayısıyla vuku bulan türlü olayların toplumlar arasındaki ilişkileri ne denli gerebileceğini gösteren düşündürücü bir durumla karşı karşıyayız.

Futbol üzerinde düşünmek...

Böylesine ciddi, düşündürücü ve tehlikeli olaylara neden olan futbol üzerinde, futbolun anlamları üzerinde düşünmek gerekiyor.

Futbol, 20. yüzyılın sporu. Dolayısıyla 20. yüzyıla rengini, şeklini ve "ruh"unu veren tüm siyasi, kültürel, ekonomik ve toplumsal gelişmeler, aynı zamanda futbola da yansımış durumda. Gerek ulus-içi, gerekse uluslararası ilişkilerde hegemonya kurma mücadelesinin en önemli entrümanlarından ve ideolojilerden biri olan Milliyetçilik''ten... uzunca bir süre uluslararası ilişkilerdeki hegemonya mücadelelerinin en belirgin entrümanı olarak kabul edilen Soğuk Savaş''a... ilk kez tüm dünya ölçeğinde küreselleşerek yaygınlaşabilen ve en önemli işlevi dinin hayattan çekilmesi ve bireysel alana hapsedilmesinden sonra dinin gördüğü işlevi görerek din-dışı kutsallıklar üretmek ve böylelikle kitleleri hayatın sıkıntılarından kaçırarak hayata tutundurmaya çalışmak olan popüler kültür ve eğlence endüstrisinden... erdemli değil güçlü olanın hayatta kalma hakkına sahip olabildiği aşırı rekabet ve yarışı meşrulaştıran ve kızıştıran neo-liberal ekonomi anlayışına kadar 20. yüzyıla damgasını vuran, şeklini, rengini ve ruhunu veren tüm dinamiklerin izlerini futbolda görebilmek mümkün.

Bütün bu dinamiklerin çağdaş futbola nasıl bugünkü şeklini verdiğini daha iyi görebilmek için, futbolun biraz daha "masum" özellikler taşıyan tarihçesine ve öyküsüne bakmakta yarar var diye düşünüyorum.

''Top''un ''büyü''lü soykütüğü

Bugün dünyanın en küresel spor türü haline gelen futbolun çoklukla "masumiyet" yüklü öyküsü oldukça eski bir tarihe sahip.

Konfüçyüs öncesi Çin''inden Firavunlar dönemi Mısır''ına, antik Yunan''dan eski Amerikan uygarlıklarına kadar insanlık tarihinin pek çok döneminde top oyunu oynandığı biliniyor. Ancak eski uygarlıklarda ve kültürlerde top oyunu, seyir ve eğlenceden çok, mitsel ve dinî amaçlarla (örneğin şeytanla mücadele, tapınma ve "büyü yapma" gibi âyinlerde) oynanıyor.

Meksika yerlileri, tanrı olarak kabul ettikleri Güneş''i simgelediği için ağaçlara astıkları tekerleklerle "top oyunu" oynuyorlarmış. İrlanda''da her 1 Mayıs''ta, savaşta öldürülen insan başlarından yapılmış altın veya gümüş toplarla top oyunu oynandığı biliniyor. Berberilerin de, kuraklıktan kurtulmak için kendilerine özgü top oyunları geliştirdiklerini yazıyor tarih kitapları.

Çin''de Han Sülalesi döneminde oynanan ju shu adlı top oyununun askeri bir oyun olduğunu, antik Yunanlılar''ın oynadığı top oyununun da Roma istilasından sonra kendi topraklarında ve zamanla Avrupa''nın çeşitli ülkelerinde yaygınlaştırıldığını tarihçi Herodotos''tan öğreniyoruz. Mesela Romalılar''ın Yunanlılar''dan aldıkları ve harpaston adı verilen oyunda, iki takımın, içi kum doldurulmuş tulumu belli bir yere (kuyuya, göle, kiliseye vesaire) yerleştirmek için yarıştıkları aktarılıyor.

Bu oyunlar, değişik şekiller alarak Ortaçağ''a kadar sürüyor. Çeşitli tarih kitapları, İngiltere''de maçların, evlilerle bekarlar arasında yapıldığını, Inveresk''te kadınların top peşinde koştuklarını, hatta 16. yüzyılda papazların top oyununun cazibesine kendilerini fazlasıyla kaptırarak Auxerre Katedrali''ni sert mücadelelerin geçtiği bir top sahasına dönüştürdüklerini yazıyor.

Modern futbolun atası olarak kabul edilen soule adı verilen top oyununun, tahta''dan, içi ot veya talaşla doldurulmuş deri''den ya da havayla şişirilmiş bağırsak''tan yapılan toplarla oynandığı, toplumun her tabakasında özellikle de halk arasında yaygınlık kazandığı kayıtlarda yer alıyor. Bu oyunlarda kesin kurallar olmadığı, kalabalıklar halinde oynanan oyunun saatlerce, hatta birkaç gün sürdüğü; bu oyunların şiddet yüklü olması nedeniyle ölümlere, kalıcı sakatlıklara yol açtığı biliniyor.

Futbolu, İngilizler, üniversiteler, özel okullar ve kulüpler aracılığıyla örgütlü, kurallı hale getiriyorlar. Ve disiplinli, özgüveni olan, uygar, erdemli ve toplumsal sorumluluk sahibi "güçlü Hıristiyanlar" yetiştirmek amacıyla ve "sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" (Latincesi "Mens sana in corpore sano") sloganıyla İngiltere''de ve tüm sömürgelerinde yaygınlaştırıyorlar.

İşte bu süreçle birlikte, futbolun üzerindeki "masumiyet perdesi veya örtüsü" kalkıyor ve futbol, bambaşka işlevler üstlenerek bambaşka anlamlar üretmekte kullanılmaya başlanıyor.

24 yıl önce
Futbolun "masumiyet" öyküsü
Çocukları ‘yollamadan’ önce...
7,5 milyonu aşan kamu personeli ve emeklilerinin seçimlere etkisi
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…