|
Isparta izlenimleri ya da "Saf Çocuğu Anadolu"nun"...

Türkiye, yaklaşık iki yüz yıldır, travmatik, acılı, zorlu ama o ölçüde de "öğretici", ufuk ve zihin açıcı bir tecrübe yaşıyor. "Geçiş süreci" olarak adlandırılan, ama sömürge deneyimi yaşamış toplumlarla karşılaştırıldığında oldukça uzun süren "bu sürecin ne anlam ifade ettiği, toplum olarak bize neler vaat ettiği, bizi nereye götürdüğü" şeklindeki en temel soruları henüz sorma ve bu soruların cevaplarını arama sürecine bile girebilmiş değiliz.

Değişimin doğası...

Yaşadığımız bu uzun geçiş süreci deneyiminin, belli doğal süreçlerin ürünü olmadığı, tepeden yapılan müdahalelerle hayata geçirilmeye çalışılan bir mühendislik projesi olduğu konusunda yerli ve yabancı tüm sosyal bilimciler müttefik.

Ancak bu değişim sürecinin toplumumuzun kimliğini ne ölçüde değiştirdiği konusundaki görüşler, oldukça farklılık arzediyor. Burada iki temel ama karşıt yaklaşımdan sözetmek mümkün.

İlk yaklaşıma göre, Türkiye''deki değişim projesi, toplumun kimliğini, önceliklerini, zihin kalıplarını değiştirmiştir.

İkinci yaklaşıma göre ise, Türkiye''deki değişim projesi, beklenildiğinin aksine büyük ölçüde başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Ben ikinci yaklaşımın doğru olduğunu düşünüyorum. Yaşadığımız ve travmatik sonuçları olan tepeden değişim projesi, toplumumuzun kimliğini, anlam ve sembol haritalarını oluşturan dinamikleri, değerleri değiştirmeyi, yok etmeyi başaramamış; aksine sürgit artan bir şekilde toplumumuzun kendi dinamikleriyle daha sağlıklı, daha köklü ve daha yaratıcı ilişkiler kurmasını icbar ve intaç etmiştir.

Türkiye''de zoraki olarak uygulamaya konulan ve Müslümanlığın anlam ve sembol haritalarını olumsuzlamayı, etkisizleştirmeyi hedef alan değişim projesinin başarılı olması, bu projenin, hem tepeden inme bir değişim projesi olması nedeniyle; hem de bizim icat etmediğmiz sadece ithal ettiğimiz kurumlarla ve araçlarla gerçekleştirilmeye çalışılmasından ötürü başarılı olabilmesi zaten mümkün değildi.

Batı, dinamiklerini üretebiliyor mu?

Jean Baudrillard, modern Batı''nın, karşı karşıya kaldığı çelişkileri yeniden aşarak kendisini yeniden-üretmeyi başardığını söyler. "Üretim" ve "yeniden-üretim" paradigmalarını eksene alarak gerçekleştirilen bu yenilenme çabasının, kontrol ve manipülasyonu esas aldığı için salt maddi/görünür alanlarda başarılı olduğunu; Batı kültürünün anlam ve sembol haritalarını yeniden icat etmeyi başarmadığını; bu yüzden Batı ülkelerinin dünya üzerinde kurdukları hegemonyanın kalıcı değil, yanıltıcı ve illüzyona dayalı bir hegemonya olduğunu vurgular. (Bkz. The Mirror of Production, 1975: 141-149).

Baudrillard''ın gözlemleri ile benim asli dinamikler-arızi dinamikler ekseninde yapageldiğim analizler örtüşüyor. Yani, Batı kültürü, sürgit hegemonyasını pekiştiren arızi dinamiklerini yeniden üretiyor; ama asli dinamiklerini aşındırıyor.

Dolayısıyla Batılılar''ın hegemonyalarını pekiştiren kodlar keşfedildiği ve kırılmaya uğratıldığı zaman, Batılılar''ın hegemonyalarının kendiliğinden çatırdaması, Baudrillard''ın deyişiyle "kısa devre yapması" işten bile değil. Bir Batılı/laşma denemesi olan Sovyet deneyiminin birden bire çökmesi bunun en somut göstergesi.

Isparta''nın "gül"leri...

Türkiye''deki değişim projesini yaygınlaştırmak için imal edilen/üretilen kurumlar/yapılar ve bunların hakim kılınması için kültür endüstrisinin ve kitle iletişim araçlarının ürettiği imajlar ve söylemler, toplumumuzun anlam ve sembol haritalarıyla, temel, asli dinamikleriyle ilişkilerini yok etmeyi başaramamış; aksine daha da pekişmesini, yeni açılımlarla zenginleşmesini mümkün kılacak yepyeni bir süreci harekete geçirmiştir.

Bu gerçeği Anadolu''ya yaptığım seyahatlerde daha net ve somut olarak gördüğümü belirtmeliyim. Geçtiğimiz Cumartesi ve Pazar günleri Birlik Vakfı''nın daveti üzerine Isparta''ya yaptığım seyahatte izlenimler, bu gözlemlerimi bir kez daha doğruladı.

Ali Kılıç''ın heyecanla yürüttüğü Birlik Vakfı''nın faliyetleri, Türkiye''nin Hasan Celal Güzel''den Rasim Özdenören''e, Recep Yazıcıoğlu''undan genç ve imaginatif sosyal teorisyenlerimizden Yasin Aktay''a kadar pekçok siyaset ve bilimadamını, yazarını, düşünürünü Ispartalılar''la buluşturmuş, konuşturmuş ve tanıştırmış.

Isparta''da heyecanlı, tutkulu, çalışkan, nezih, medeni ve pırıl pırıl insanlarla, gençlerle, bilimadamlarıyla tanıştım. İki gün boyunca adeta durmamacasına bir sohbetten ötekine girip çıktık. Avukat Abbas Pirimoğlu, hiç de üstüne vazife olmadığı halde (!) Habermas''tan Foucault''ya, Cabiri''den Fazlurrahman''a kadar pekçok düşünürü kıyasıya tartışıyordu. Bilal ve Metin Beyler, sosyolojinin, tarihin, tarih felsefesinin imkanlarını yeni alanlara aktarmanın heyecanıyla dolup taşıyorlardı. Pınar Kültürevi''nin yöneticisi Tamer Bey, Isparta''nın kültürel ve entelektüel hayatına her yaştan ve her kesimden insanın imaginatif şekillerde katkıda bulunabilmesi için proje üstüne proje geliştirmekle meşguldü.

Ve gençler... tüm imkansızlıklara ve olumsuzluklara rağmen yepyeni dünyalar keşfedebilmek ve soluyabilmek için beyinlerini ve yüreklerini, heyecanla, tutkuyla harekete geçirebilme coşkusuyla nefes alıp veriyorlardı...

Saf çocuğu Anadolu''nun tüm içtenliğiyle, dürüstlüğüyle, o irfani derinliğiyle geleceğin ufuklarını çiziyor... Duyurulur...

24 yıl önce
Isparta izlenimleri ya da "Saf Çocuğu Anadolu"nun"...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi