|
Kaygan zeminde patinaj yapmak

Yüzyıllardır bastığımız, beslendiğimiz, iskan ettiğimiz ve sükun bulduğumuz, kimliğimizi, kişiliğimizi, ruhumuzu oluşturan "toprak"ın, ayaklarımızın altından kaymaya başladığını önce hissettiğimiz, sonra da bilfiil iliklerimize kadar yaşadığımız zamandan bu yana yapageldiğimiz tek şey bu işte: Kaygan zeminlerde patinaj yapmak.

"Toprak" metaforunu, burada, hayatta izleyeceğimiz hattı harekatı, anlam haritalarımızı, "göstergebilimsel düzen"imizi şekillendiren İslam kültürü ile özdeşleştiriyorum. Kaygan zeminlerde patinaj yapmak ifadesini de, ya "şıpsevdiler/platonik aş(ı)klar", ya da "gulyabaniler" üreten; ne olduğuna, nasıl bir şey olduğuna bir türlü karar veremediğimiz, künhüne vakıf olamadığımız çağdaşlaşma maceramızı izah etmek için kullanıyorum.

''Uçmak", kaçmak ve "göçmek''

Hem yapabildiğimiz tek şey, kaygan zeminlerde patinaj yapmak oluyor; hem de "patinaj" yapmasını da, "patinaj"ın ne olduğunu da bilemiyoruz. "Bu oyun"un kurallarını ve ruhunu kavrayabilecek ruhtan da, bilinçten de yoksunuz. O yüzden "ayaklarımızı toprağa çivilemektense", düşe kalka da olsa, patinaj yaparak "uçmak" bize daha heyecanlı geliyor, diye düşünüyoruz. Acı verse de, başkalarının bize hep gülmesine, bizimle kafa bulmasına, oyun oynamasına yol açsa da, bizi katı, başedemeyeceğimiz gerçeklerden uzaklaştırdığı, kaçırdığı için, "patinaj yapmak" bize daha heyecanlı geliyor. Kaçmak istiyoruz; o hayalete dönüştürdüğümüz kendimizden, kendi sorunlarımızdan kaçmak; yüzleşme cesareti göstermeye kalkıştığımızda bizi gerçekten terletecek ve zorlayacak olan gerçek sorunlarımızla yüzleşmek istemiyoruz. İşin kolayı dururken zoruna talip olmak hiç de işimize gelmiyor.

Ancak sürgit patinaj yaparak yaşanamayacağını da, salt patinaj yapmanın hayatı yaşamış olmak için yeterli olamayacağını da biliyoruz. Bu kez yapabildiğimiz şey, sahip olduğumuz tek şeye, yani kaba güce başvurmak oluyor: Hayatı, her bakımdan kuşatmak, zaptu rapt altına almak. Gerçek sorunlarımızla yüzleşmek yerine hayali sorunlar ihdas etmek işimize daha çok geliyor ve bu yüzden sürgit korkular, hayaletler ve paranoyalar üretip duruyoruz. Ne yazık ki, sonuçta, yapıp ettiğimiz tek şey yine kaygan zeminlerde patinaj yapmaktan başka bir şey olmuyor. Oysa bu, tam bir kısır döngü; bir çıkmaz sokak.

''Batılılar yaratır, biz yıkarız''

Bu kısır döngüden kurtulabilmenin, çıkmaz sokaklardan uçsuz bucaksız ve gerçekten heyecanlı, coşkulu bir yolculuğa çıkabilmenin yolu çok "basit": Ayaklarımızı, bulunduğumuz yere sağlam basabilmenin yollarını araştırmak. Çünkü bilge-filozof Heidegger''in nefis ifadesiyle, "bir "yer"i sükuna erdirebilmek için o "yer"e iskan etmek, o "yer"i mesken tutmak gerekiyor".

Ne var ki, bizim yaşadığımız sorunun en yakıcı yanı burası: Bizim bulunduğumuz "yer"e iskan etmemek, bulunduğumuz "yer"i mesken tutmamak gibi baştan çıkarıcı, yapıp ettiğimiz her şeyi alt üst edici; her şeye sıfırdan, gerçekliğin sıfır noktasından başlamamıza neden olan bir özelliğimiz var. Ayaklarımızı bulunduğumuz yere sağlam basamadığımız için, başka yerlere doğru nasıl, hangi yolları izleyerek yürümemiz gerektiğini de kestiremiyoruz. Bir mecra''mız kalmadığı için, yapıp ettiğimiz her şeyin maceraya dönüşmesini önleyemiyoruz. Batılılarla bizi ayıran en önemli nokta burada karşımıza çıkıyor. Said Halim Paşa''nın yüzyıl önce söylediği söz bugün hala geçerliliğini sürdürüyor ne yazık ki: Batılılar yaratır; biz yıkarız.

Artık gerçek sorunlarımızla yüzleşmekten kaçamayız. Çünkü, sorunlarımızı manipüle etmeden, takiyye yapmadan ve en önemlisi de korkmadan, kendimize güvenerek masaya yatırmadığımız sürece ayağımızın altındaki toprağın fena halde kaydığını, hesapta kitapta olmayan ürkütücü depremlerin kapıda olduğunu; dünyanın hızla, bir saniye bile kaybetmeksizin bir yerlere doğru koştuğu bir zaman diliminde, kaygan zeminlerde patinaj yaparak kendi geleceğimizi karartmaktan başka bir şey yapmış olmadığımızı ve olamayacağımız artık görelim.

Kemalist devrimin "teorisyen"lerinden veya ideologlarından Şevket Süreyya Aydemir, daha 1962 yılında, "Türk inkılabının güçlü bir fikir sistemi geliştiremediğini, güçlü bir edebiyat yaratamadığını; çaplı aydınlar, nazariyeciler, sanatçılar yetiştiremediğini" söylüyordu. (İnkılap ve Kadro, s. 11-28).

İy de neden? Bu sorunun cevabını yine angaje bir Atatürkçü olan Niyazi Berkes kısmen veriyor: "Türk devrimi, toplumdan, halkın kültüründen kopuk, yabancılaşmış bir okumuş yazmışlar, aydınlar sınıfı yarattığı için, aydınlar, topluma öncülük edecek büyük fikirler, eserler ortaya koyamadı. Aydınlar, sadece devlete bağlı kaldı; topluma yabancılaştı. Bu yüzden de sığlaştı." (Türk Düşününde Batı Sorunu, Bilgi: Ankara, 1975: 22728).

Yaratıcı bir gelecek için...

Türkiye, 200 küsur yıldan bu yana uzun bir geçiş süreci yaşıyor. Modern dünya tarihinde geçiş sürecini bu kadar uzun yaşayan ve dolayısıyla geçiş sürecinin ne anlam ifade ettiğini bilemeyen başka bir toplum yok yeryüzünde.

Bunun nedenleri, Türk modernleşmesinin doğasında ve söyleminde aranmalıdır. Türk modernleşmesi, Şerif Mardin''in deyişiyle, "Türkleri İslam kültüründen uzaklaştırma çabası"dır. Modernleşebilmemiz, çağdaşlaşabilmemiz için İslam kültürüyle bağlarımızı sıfırlamamız gerekmiyordu. İslam kültürü, hem zengin bir medeniyet üretmiş; hem de Batı medeniyetinin antik Grek kültürüyle tanışmasına aracılık etmişti/r.

Antik Grek kültürü ile giriştiğimiz ilişki, yaratıcı, imaginatif bir ilişkiydi: Bugün yaptığımız gibi antik Grek kültürünü benimsememiş, aksine kendi paradigmalarımızdan yola çıkarak antik Grek kültüründen yararlanmanın yollarını bulmaya çalışmış ve bunu da başarmıştık.

Aynı şeyi bugün de yapabiliriz. Yeter ki, kendimizden, kendi kültürel dinamiklerimizden korkmayalım ve kendi kültürel dinamiklerimizden ve anlam haritalarımızdan yola çıkarak başka kültürlerle yaratıcı ilişkiler kurabilmenin yollarını araştıralım.

Kaygan zeminlerde patinaj yapmayı sürdürdüğümüz, yani kendimizi, kendi kültürel dinamiklerimizi olumsuzladığımız, İslam''ın izlerini hayatımızdan silmeye çalıştığımız; yüzyıllarca üzerinde yaşadığımız, kimliğimiz, kültürümüzü, kollektif hafızamızı, davranış ve zihin kalıplarımızı besleyen "yer"e iskan edip, orayı mesken tutmadığımız sürece, asla sükuna ve huzura kavuşamayacağımızı, hem ülkemizde, hem de dünya çapında ses getirecek büyük düşünce, kültür ve sanat hareketleri ve adamları yaratamayacağımızı, dolayısıyla tarihi rolümüzü yeniden oynayamayacağımızı bilmemiz gerekiyor.

NOT: Bu yazı 50 yıl önce de, 50 yıl sonra da güncelliğini koruyan/koruyacak olan bir yazı gibi geliyor bana; çünkü kaygan zeminlerde patinaj yapmayı devam ettirme becerisi (!) gösterdiğimiz sürece, tarihi yapmak yerine, tarih/zaman dışında yaşamayı sürdürmekten kurtulabilmemiz hayal gibi görünüyor.

24 yıl önce
Kaygan zeminde patinaj yapmak
Yeni anayasada neler yer almamalı
Ahlâk geçirmez Anayasa
Klonlanmış Anayasa"ya hayır
Anayasa"da Millet ve Vatan kavramları
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…