|
Kendi önünü tıkayan ülke!

Cumhurbaşkanlığı seçiminin, ülkemizi beklenmedik mecralara, içinden çıkılmaz yepyeni sorunların eşiğine sürükleyeceği anlaşılıyor.

Parlamento''da yapılan iki oylamadan sonra TBMM''nin Demirel''in yeniden cumhurbaşkanı olmaması yönünde irade beyan etmesi üzerine ülkede ortam bir anda geriliverdi. Cumhurbaşkanlığı seçiminin bir "rejim meselesi" olduğu daha "yüksek ses"le dillendirilmeye başlandı.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin, dolayısıyla cumhurbaşkanlığı makamının rejim meselesi olarak görülmesi, bu vesileyle "derin hassasiyetler"in tekrarlanması, içerde ve dışarda âcil çözüm bekleyen, her geçen gün daha da kangrene dönen ve her bakımdan önümüzü tıkayan devasa sorunlarla uğraşmaya yine fırsat bulamayacağımızı gösteriyor.

Dikkat ederseniz, son on yıldan bu yana her seçim öncesinde, her hükümet değişikliği sürecinde Türkiye''de sürekli olarak "rejim meselesi hassasiyeti" gündeme getiriliyor.

Herşey neden tersine döndü?

Biz sürgit bu tür "hassasiyet"lerle yatıp kalkarken, son on yıldan bu yana Türkiye, hem içerde hem de dışarda inanılmaz şekillerde kan kaybedip duruyor: Dışarda, örneğin Balkanlarda, Kafkaslarda, Orta Asya''da ve Orta Doğu''da önümüze açılan imkanların ve fırsatların hiçbirini Türkiye''nin siyasi, ekonomik ve stratejik olarak güçlenmesini sağlayabilecek şekilde değerlendiremedik.

Oysa 1980''lerin ortalarından itibaren Türkiye ekonomide büyük patlamalar gerçekleştirebilecek bir trend yakalamıştı. Bu ekonomik büyüme trendi, ne olduysa oldu, bir anda sona erdi/rildi. Türkiye''nin bölge ülkeleriyle kurmaya başladığı ticari ilişkiler, tam bölgesel ekonomik işbirliği projelerine dönüştürülüyordu ki, herşey birdenbire tersine ve Türkiye''nin aleyhine işlemeye başladı! İyi de, neden?

Burada ilgili ve yetkililerden cevabını vermelerini beklediğimiz hayati soru şu: Türkiye, 1980''lerde yakaladığı ekonomik, siyasi ve stratejik avantajları ve fırsatları, nasıl oldu da değerlendiremedi? Ve üstüne üstlük büyük siyasi, ekonomik ve toplumsal krizlerin eşiğine nasıl sürüklendi Türkiye? Meselenin en karanlık kalan boyutlarından biri de şu: Bölgede nüfuz sahibi olan en önemli aktörlerden biri olan Rusya''nın esaslı bir ekonomik kriz yaşadığı bir süreçte, Türkiye, nasıl oldu da bu durumu lehine çevirmeyi başaramadı?

Öte yandan, sadece dışarda değil, içerde de 1980''lerde yakaladığımız ekonomide, siyasette liberalleşme, Türkiye''yi her bakımdan güçlendirme, büyütme; demokrasinin, insan haklarınının ve özgürlüklerinin alanlarını genişletme trendini de ülkemizin önünü açacak noktalara götürmek yerine, ülkemizin önünü tıkayacak, yepyeni sorunlarla boğuşmamıza yol açacak bir yöne sürükleme "beceri"sini(!) neye, nelere borçluyuz acaba?

Türkiye''nin dünyaya açılma, dünyada hemen her alanda varlığını ve gücünü gösterme imkanları ve fırsatları yakaladığı bir dönemden, neden birdenbire yeniden içine kapanmaya başladığı, türlü tuhaf gerekçelerle istikrarsızlıkların, gerilimlerin, anormalliklerin yaşandığı bir döneme veya dönemece sürüklendiği sorusu üzerinde kafa yormamız gerekiyor.

Topluma güvenmek!

1980''lerin en ayırt edici özelliği, o zamana kadar hep "çevre"ye mahkûm ve mahpus edilen toplumun, toplumsal dinamiklerin, siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda "merkez"e doğru yürümeye başlamasıdır.

"Çevre" ile özdeşleştirilen toplumun, toplumsal dinamiklerin her bakımdan "merkez"e doğru yürümesi, Türkiye''deki bir avuç güç ve çıkar odağını fena halde rahatsız etti. Zihin yapıları, otoriter kalıplarla şekillenen bu bir avuç güç ve çıkar odağı, ülkenin demokratikleşmesine ve dolayısıyla hemen her alanda daha da güçlenmesine yol açacak bu durumdan memnun olmaları gerekirken, rahatsızlık duymayı tercih etti.

1980''lere kadar sadece belli çevrelerin inhisarında olan ekonomik, kültürel ve siyasi iktidar aygıtlarına toplumun geniş kesimlerinin de katılma taleplerinin "rejim tehlikesi" olarak algılanması, son kertede, bu ülkeye vaziyet eden elitlere de, Türkiye''ye de zarar vermekten, kısacası Türkiye''nin kendi elleriyle kendi önünü tıkamasından başka bir işe yaramaz. Son on yıldan bu yana yaşadığımız ve sürgit büyüyen, içinden çıkılmaz hale gelen sorunlar, izlenen stratejilerin ve politikaların ne denli yanlış olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermeye yetmiyor mu?

Cumhurbaşkanlığı seçimini, bir rejim meselesi olarak görmek, TBMM''nin bu konuda ortaya koyacağı hür iradeyi bastırmaya ve zoraki olarak yönlendirmeye çalışmak aslında halkın taleplerinin, dolayısıyla halkın taleplerinin temsil edildiği yer olan TBMM''nin varlığının bir anlam ifade etmediği sonucunu doğurur.

Oysa, Türkiye için asıl tehlike budur. Bu da, bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da Türkiye''nin kendi önünü tıkayan "hastalıklı" bir ülke olarak "düşe kalka" yürümeye çalışmasından başka bir işe yaramaz.

24 yıl önce
Kendi önünü tıkayan ülke!
Sürpriz golcü
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir