|
Medeniyet hamlesinin şartı: Kurucu dil Osmanlıca
Yazıya hepinizi hayretler içinde bırakacak bir bilgiyle giriş yapalım:

Selâtin camilerinin imamlarında aranan şartlardan biri: 6 dil bilmek mecburî!

İşte Osmanlı medeniyetinin çapının sebebi!
ÜÇ DİL: KURUCU, KORUYUCU VE TAŞIYICI
Soru şu: Dil, neden önemli peki?

Bu sorunun cevabını şöyle vermeye çalışalım:

Üç dil vardır: Medeniyet kurucu, medeniyetleri koruyucu ve taşıyıcı diller.

Grekçe ve Latince, Batı uygarlığının kurucu dilleridir. Grekçe, daha çok felsefî olarak, Latince ise kültürel olarak Batı uygarlığının kurulmasında kurucu roller oynamıştır. Latince’nin kısmen Hz. İsa’nın dili Aramîce’den beslendiğini de hatırlayalım burada.

Bugünkü İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve İspanyolca gibi Batı dilleri kurucu değil, koruyucu dillerdir. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca Batı kültürünün yaygınlaşması anlamında taşıyıcı, Almanca ise felsefî derinliği açısından taşıyıcı dil işlevi görür.

Buradan şu sonuç çıkar: Bugün, büyük ölçüde koruyucu ve taşıyıcı roller üstlenen mevcut Batı dillerinden Grekçe ve Latince’yi çıkarın ortada hiç bir şey kalmaz!
OSMANLI TÜKÇESİ: DÜNYANIN EN Z/ENGİN DİLİ
Bize gelince...

İslâm medeniyetinin ana kurucu dili Arapça’dır. Farsça kurucu değil hem koruyucu hem de taşıcı bir dildir.

Osmanlı Türkçesi’nin konumu nev-i şahsına münhasırdır.

Osmanlı Türkçesi, bizim üç kıtanın -Asya, Afrika ve Avrupa’nın- kesişme noktasında bulunmamızdan ve bu kavşak noktasında 1000 yıldır -Cermenlerle birlikte- dünya tarihini bizim yapmamızdan ötürü hem kurucu hem koruyucu hem de taşıyıcı yegâne dildir.

Tarihin yapılması sürecinde kavşak noktasında bulunmamız, bizim, hem Doğu dünyasının hem de Batı dünyasının dillerini Osmanlı Türkçesine dâhil edip, kendimize maletmemizi sağlayacak ilâve bir imkâna sahip olmamıza zemin hazırlamıştır.
OSMANLICA'NIN KAYNAĞI: KUR’ÂN ARAPÇASI
Osmanlı Türkçesi’nin omurgasını Kur’an Arapçası oluşturur.

Bu temel, Osmanlıca’nın bütün dillerden beslenmesini sağlayan bir filtre işlevi görür!

Kur’ân varolduğu sürece Osmanlı Türkçesi her zaman yeniden hayat bulabilir ve yeni bir medeniyet hamlesinin yegâne diline, kaynağına dönüşebilir.

Bu nedenle, Osmanlı Türkçesine “ölü dil” diyenlerin, beyin ölümü gerçekleşmiş, geriye sadece cenazelerinin kaldırılması kalmış demektir!

Unutmayalım: Düşünce, dil’in kanatlarında yükselir.

Dil’lerini yitiren toplumlar, kanadı kırık bir kuş gibidir; uçamazlar. Düşerler.

Bir kez düşünce de, artık hem düşünemezler hem de düş görme yetilerini yitirirler.
MEVCUT TÜRKÇE, YABANCI BİR DİLDİR
Çığır açacak öncü çalışmalara imza atacak çaptaki genç kuşakların, Osmanlı Türkçesi ve Arapça öğrenmeleri zorunludur.

Mevcut Türkçe, İslâmî kökleri ve içeriği yokedilmiş, ruhsuz ve ufuksuz, derinliksiz ve çapsız, bu ülkenin ruhköklerine yabancı bir dildir. Kurucu kaynaklarını yitirmiş bu sığ, köksüz ve ruhsuz Türkçe’yle ne düşünce üretilebilir, ne de büyük sanat eserleri!

O yüzden medeniyet kurucu, medeniyetimizi koruyucu ve taşıyıcı Osmanlı Türkçesi yeniden diriltilemezse, bu toplum canlı cenaze gibi yaşamaya, başkalarının maskarası ve soytarısı olmaya devam eder. Ve bu hâliyle hiç bir yere gidemez, küre ölçekli hiç bir atılıma öncülük edemez.
TÜRKÇE VE ARAPÇA, İNGİLİZCE VE LATİNCE: MEDENİYET YOLCULUĞUNUN KİLOMETRE TAŞLARI
Bu nedenle parlak, öncü kuşakların, Osmanlıca Türkçesi ve Arapça’nın yanısıra İngilizce ve Latince öğrenmeleri, başka dünyalara açılabilmelerinin, başka dünyaları tanıyabilmelerinin ve başka dünyalardan taze yemişler devşirebilmelerinin yollarını da açacaktır.

Bizim kaynaklarımızla buluşmak, genç kuşaklara umut aşılayacaktır.

Başka dünyalarla, medeniyetlerle buluşmak ise umut aşısı yapmalarını ve ufuklarına ufuk katmalarını sağlayacaktır.

Böylelikle orta ve uzun vadede, dünya çapında fikir, sanat, ahlâk, siyaset, iktisat ve hayatta büyük atılımlara, öncü hamlelere imza atmak hiç de zor olmayacaktır.

Ancak bundan sonra, bu öncü kuşakların önaçıcı, çığır açıcı çalışmalarıyla insanlığın ihtiyacını iliklerine kadar hissettiği hakikat medeniyeti yolculuğuna çıkabilmek mümkün olacaktır.
MEDENİYETLER, KAYNAKLARIYLA İRTİBAT KURULDUĞUNDA HAYAT FIŞKIRIR
Kurucu kaynaklarına ulaşamayanlar, hem kaynak oluşturamazlar, hem de başka medeniyetlere kaynak sunamaz ve kendi geleceklerini kendi ellerine alamaz, geleceklerini kendi elleriyle kuramazlar.

Medeniyetler, kurucu fikir, sanat ve ahlâk kaynaklarından doya doya içildiği zaman hayat fışkırır.

Kaynaklarını bilmeyenler, yalnızca kaygan zeminlerde patinaj yapmaya mahkûm olurlar. Sonra da başkalarını taklit ederek başkalarının soytarısı ve maskarasına dönüşürler; tarih yapmak yerine tarihte tatil yaparlar ve zamanla da yok olmaktan kurtulamazlar.
#osmanlı türkçesi
#osmanlıca
#ders
#türkçe
9 yıl önce
Medeniyet hamlesinin şartı: Kurucu dil Osmanlıca
Zekatta nisab ve temel ihtiyaçlar kavramı
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?